İnsanlarda var olan iki duygu ümit ve korku. İki zıt uç gibi görünen. Birbirinden ayrılmaz ikili. Birinden kaçarken diğerine, diğerinden kaçarken berikine yakalanmamak mümkün değildir. Orta noktada buluşmak ve biri diğerine galip gelmemesi gereken iki durum mevcuttur. Ya da ümit ile korku arası dengede kalabilmek. Bütün mesele bu.
Rabbimiz insanın bir yanına ümidi diğer yanına korkuyu yerleştirmiştir.
Bütün mesele ümitvar olmak kesin olmadığı endişesi taşımak.
Neden ümit etmeliyiz? Ve neden endişelenmeliyiz, çekinmeliyiz ya da kimden korkmalıyız?
Allah’ın (c.c.) rızasını kazanabilme, cennete girebilme ümidi ve Allah’ın (c.c.) azabına uğrama korkusu ya da cehenneme düşmeme mücadelesini vermek. Tüm nedenlerin cevabı bu.
Kesin olarak kurtuldum düşüncesinde olmak insana kulluğu, sünneti, ibadetleri, zikri, edebi hülasa her şeyi hafife almaya götürür. Allah’tan korkmamak ise O’nun emirlerine uymamayı getirir.
Aşırı ümit tembelliğe, aşırı korkuda ümitsizliğe sebep olur. Ümit ve korku arasında yaşamak, işte sırât-ı müstakim ya da dosdoğru yol, orta yol budur. “…Vasat (orta) ümmet olmak…”[1] Böyle bir şey herhalde; kurtuluşa ermek, kazananlardan olabilmek.
“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”[2]
Korkmamak ve ümitsizlik müslümanın özelliği olamaz ve bu durum süreçte şeytanın üflemesiyle kişiyi Allah muhafaza imandan mahrum bırakır.
“…Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez…”[3]
Ümit imandandır. İmanı olanın ümidi olur. İnançsız kişinin neye ümidi olabilir ki? Çünkü inançsız kişide ahiret inancı, cennet, cehennem, Allah korkusu olmaz.
Umudu olanın ümidi olur. Ümit bağlamak beklenti içinde olmaktır. Ümidi olan harekete geçer. Ümidi olmayanlar ise boş vermişlik içinde gününü gün ederek vakit tüketirler.
Ümit ve korku arasında olmak ise mü’minin özelliği, iyi bir müslümanın halidir.
“Rabbinin makamından (huzurunda hesap vermekten) korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için şüphesiz cennet yegâne barınaktır.”[4]
Her iki duygu da beslenmeli ancak birinin diğerine baskın çıkmasına izin verilmemelidir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da dengede olmak gerekir. Bir kuşun iki kanadı, bir terazinin iki kefesi gibi. İslam’ın başlı başına bir denge dini olduğu unutulmamalıdır.
Bu dengeyi nasıl sağlayabiliriz ya da korku ve ümit arası kıvama nasıl gelebiliriz.
Öncelikle Rabbimizin bizlere bildirdiği emirleri öğrenerek işe başlamak gerekir. O’nun Peygamberini (s.a.v.) örnek alarak yani Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyeye vakıf olarak.
Dilimizi; yalandan, gıybetten, iftiradan, boş şeyler konuşmaktan men ederek.
Midemizi; haram ve şüpheli şeylerden uzak tutarak, helal olana yönlendirerek.
Kalbimizi; müminlere karşı buğz etmekten, hasetten, zalimlere sevgi beslemekten men ederek. Onu Allah’ın zikri ile Kur’an-ı Kerim’le ve ilimle meşgul ederek.
Gözlerimizi; harama bakmaktan men ederek. Allah’tan korkan göz ise zaten haram şeylere bakmamaya çalışır. Allah korkusundan ağlayan kişiye ateş dokunmaz. Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki; “İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.” [5]
Kulaklarımızı; Allah’ın hoşlanmayacağı şeylere karşı kapatarak, işitmez hale getirerek.
Allah’tan korkan el harama uzanmaz. Rüşvete uzanmaz. Helal dairesi dışına çıkmaz.
Ayaklarımızı; haram ve kötülük yolundan uzak tutarak ve onları itaat, ibadete yönlendirerek.[6]
Allah’tan korkmak nasıl bir korku; sevgi karışımı bir korku. Rabbimizden en çok Peygamberler, âlimler, sıddıklar, ilim sahipleri korkar. Kişi bu korkuyu tanıdığı bildiği kadar O’nun emir ve isteklerine azami derecede uymaya çalışır.
İnsan sevdiğinden korkar.
İnsanın yaradılış amacı kulluk ise bu kulluğu yerine getirmeye çalışmak gerekir. “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[7] buyurmaktadır Yüce yaradan Kitabı’nda.
Bütün bu gayretlerden sonra Rabbim’in rahmetine sığınmak. Onlar “Allah’a (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.[8]
Rabbimizin rahmeti geniş ancak O müminlere, inananlara ve inandığı gibi yaşamak için çabalayanlara rahmet edecektir.
Bu dünyada cennetle müjdelenen Aşere-i mübeşşere haricinde kimse hiçbir şeyi garantilemedi. Öyleyse cennet yolunun yolcusu olmak gerek.
Şunu da asla unutmamak gerekir ki, bizler insanız ve insanın günahkâr olması Rabbimizin rahmetine, kapısına sığınmasına engel değildir.
Rabbim bizleri O’ndan hakkıyla korkan ve ümidini de kaybetmeyip sonuçta mükâfata erenlerden eylesin. Rabbimiz bizleri korktuklarından emin, umduklarına nail olan bahtiyar kullarından eylesin.
[1] Bakara Sûresi, 2/143
[2] Al-i İmran Sûresi, 3/102
[3] Yûsuf Sûresi, 12/87
[4] Naziat Sûresi, 79/40-41.
[5] Tirmizî, fedâilü’l-cihâd, 12.
[6] Sinan Gün, İlk adım dergisi, Ağustos 2015, Sayı 325
[7] Zariyat Sûresi, 51/56
[8] Araf Sûresi, 7/56