İyilik, dinin emrettiği; kötülük, dinin yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur’an ve Sünnet’e uygun düşen şeye iyilik; Allah’ın razı olmadığı, haram ve günah olan şeye de kötülük denilir.
Emredilmesi ve yasaklandırması gereken şeyler nelerdir? Bunu kim belirleyecek? Hiç şüphesiz ki bir kimse kendi düşüncesinin doğru olduğunu söyleyip, başkalarının da ona uymasını isteyemez. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.
O halde yapılması ve yapılmaması istenilen işler kişisel değildir. Uyulması istenilen Allah’ın emirleridir. Yapılması istenilen de yine Allah’ın yasak ettiği işlerdir. Daha açık bir ifadeyle iyilikten maksat Allah’a itaat, kötülükten maksat da Allah’a isyandır.
Şüphesiz, değerler için sağlıklı bir ölçü koymak ve iyilikle kötülüğe sağlıklı bir tanım getirmek için Allah’ın kitabı olan Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünneti olan hadislere müracaat etmek yeterlidir.
Yüce Allah, insanı hem iyilik hem de kötülük işlemeye elverişli bir kabiliyette yaratmıştır. İnsanoğlu, bazen aklını ve iradesini kullanarak, dinimizin emrettiği ve hoş gördüğü işleri yaparken, bazen de nefsinin ve duygularının etkisinde kalarak aksi davranışlarda bulunur.
Dinin Gayesi
İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak, İslâm dininin önemli ve genel esaslarından biridir. Gerek fert olarak gerekse toplum olarak iyilikleri yaymak, kötülükleri ortadan kaldırmak Müslümanların en belirgin özelliğidir. Bu nedenle iyilikleri yaymak ve ihya etmek, kötülükleri ortadan kaldırmak ve insanları kötülüklerden korumak konusunda çalışmak ve çaba harcamak her Müslüman için dini bir görevdir.
Bu iş herkes için gereklidir. Bu emir de herkes için geçerlidir. Kötü insanları kendi haline bırakmak, onun için olduğu kadar toplum için de tehlikelidir. Akıllı insanlar bunu bilirler ve sonucunu görürler. Toplumu meydana getiren fertlerin kişisel kötülüğü şahsındaki zararla bitmez, topluma sıçrar. Nitekim on dairelik bir apartmanda oturanlardan biri, ben kendi dairemi yakıyorum, kimse karışamaz, diye kendi dairesini ateşe veremez. Aşağıda vereceğimiz hadis-i şerif her devir için ciddi bir uyarıdır. Hadis, toplumda kötü iş yapanları uyarmayıp bana ne diyenlerin sonucu şu çarpıcı misalle anlatılmaktadır:
‘’ Bir grup insan gemiye binerek topluca deniz seyahatine çıkarlar. Oturacakları yer için aralarında kura çekerler. Herkes yerine yerleştikten sonra içlerinden biri bulunduğu alt kattaki zemini balta ile delmeye başlar. Üst kattakiler,
‘Yahu ne yapıyorsun?’ dedikleri zaman o,
‘Size ne bundan. Benim kendi yerim değil mi, istediğimi yaparım. Siz ancak kendi yerinize karışabilirsiniz’ der.
Şimdi gemi ahalisinin, bu adamın elinden baltayı alması gerekirken, bundan kaçınıp,
‘ Adam sen de, bize ne; o kendi yerinde delik açıyor, şimdilik bir zararı yok, ne yaparsa yapsın’ deyip onu haline terk ederlerse çok geçmeden hepsi birden denize batıp helak olup giderler. ‘’ (İbnü’l Mübarek, ez-Zühd, nr.1060.)
Şimdi, üst kattakiler, bunu serbest bırakırlarsa hem kendileri hem de onlar mahvolacaklardır. Ancak ona mani olsalar, hem kendileri hem de diğerleri helak olmaktan kurtulacaklardır.
Aslında bu hadis, güzel bir benzetme ile insanlık cemiyetinde birlikte yaşayan iyilerle kötülerin durumunu anlatıyor. Olayı zihinde canlandırıyor. Şöyle ki:
Her aklı başında olan insanın, cemiyette yayılmaya başlayan kötü işleri ve gidişi durdurması ve önüne geçilmesi gerekir.
Şunu katiyetle bilmemiz gerekir ki bizi ilgilendirmediğini sandığımız için, yapılmasına göz yumduğumuz bir kötülük, gün gelecek, mutlaka bize de zarar verecektir.
Bu hadis durumumuzu çok açık bir şekilde özetliyor. Tarih boyunca birileri bu gemiyi delmeye, birileri de ne pahasına olursa olsun geminin delinmesini önlemeye çalışmıştır. Bu mücadele bu şekliyle günümüze kadar intikal etmiştir. Bir yanda ümmetin gemisi (Allah’ın hudutları, dini yani düzeni) çeşitli yerlerinden delinmeye çalışılırken, diğer yandan canıyla malıyla bu gemiyi deldirmeyip kendilerini bu uğurda feda edenler olmuştur. Deyim yerindeyse ümmetin gemisinin gedikleri bu gün her zamankinden fazla, bu gedikleri kapatacak fedakâr insan sayısı ise çok azdır. İçinde bulunduğu geminin batışına seyirci olmak gemiyi delenlerle beraber olmak anlamına gelmektedir. Bu gidişata dur diyebilmek ise gerçek manada davetçi olmakla mümkündür.
İnsanlar iki kısımdır. Allah’ın hududuna uyanlar ve uymayanlar. Allah’ın hududuna uyanlar toplum gemisini batmaktan kurtarmaya çalışanlardır. Uymayanlar ise günahkârlar, asiler, fitne ve fesat ehliyle gemiyi batırmaya çalışanlardır. Allah’ın hududuna uyanlar gemiyi batırmak isteyenlere “dur yaptığınız yanlıştır” derler. Allah’ın hududuna uyanlar toplumu saran yangını söndürmeye çalışırlar, bir itfaiyeci gibi. Nerede yangın varsa oraya koşan, elinde ne imkân varsa o imkanları kullanarak yangını söndürmeye çalışan itfaiyecidir Allah’ın hududuna koruyanlar. Yangında kurtaracak şeyleri iyi bilendir.
Eğer engel olmazsanız o zaman, Rasululllah (s.a.v) şöyle buyurdular; “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”Tirmizî, Fiten 9
İyiliği emretmek kötülüğü menetemek her müslüman erkek ve kadına farzdır. Bu bazen fertler halinde bazen de topluca ifa edilebilir. Müslümanın yalnız başına kendine düşen görevi yerine getirmesiyle de, bazen de müslüman fertlerin oluşturduğu toplulukla da yerine getirir.
Allah’u Teâlâ “Sizden iyiye çağıran, iyiliği (marufu) emreden, kötülükten (münker) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”
İyiliği Emretmek, Kötülüğe Mani Olmak
Bu kâinatın sonsuz nimetleri de Allah’ın rızasına uygun olarak, insan neslini istifadesine sunulmuştur. Hz. Adem a.a ile başlayan Allah’ın yeryüzünde ki halifeliği, Hz. İsâ (a.s) ’ın ahir zamanda yeryüzüne inmesiyle sona erer. Şu halde dünya üzerinde insanların görevi ve sorumluluğu büyüktür. Nitekim Hak Teâlâ,
‘’ Rabb’in meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’. ‘’ (Bakara, 2/30,) emriyle kâinatın sevk ve idare işini sadece insanlara vermiştir. Yeryüzünde Allah’ın halifesi olma şerefiyle yaratılan insan, önce nefsine sonra da bütün insanlığa iyiliğin ve faziletin faydalarını, kötülüğünde zararları anlatmak ve tebliğ etmek görevlendirilmiştir.
Gerçek müminler, yararlı işler yaparak, birbirlerine gerçeği ve sabırlı olmayı tavsiye ederler. Zira Kur’an-ı Kerim’in şu ayetinde de müminlerin bu özelliğine işaret edilmektedir:
‘’ Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan sakındıran bir cemaat olsun, işte başarıya erişenler yalnız onlardır. ‘’ (Âli İmrân, 3/104.)
‘’ İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve düşmanlıkta yardımlaşmayın…’’ (Mâide, 5/2) âyet-i kerîmesi de bunu teyit etmektedir. Diğer bir âyette ise şöyle buyrulmaktadır.
‘’ Mümin erkekler de mümin kadınlar da birbirinin velileridir (dostları ve yardımcıları). Bunlar (insanlara) iyiliği emrederler, (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Allah ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ‘’ (Tevbe, 9/71)
Müminlerin iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama, namaz kılma ve zekât verme şeklinde sıralanan bu dört özelliği, münafıkların kötülüğü emretme, iyiliği yasaklama, Allah’ı unutma ve ellerini sıkı tutup cimrilik etme şeklinde sıralanan dört özelliğin karşılığıdır. Yüce Allah’ın müminlere rahmet etmesi münafıklara ve kafirlere lanet etmesinin karşılığıdır…
İyiliği Emir, Kötü İşlerden Sakındırmak Farz Bir Görevdir
İyiliği emir ve kötü işlerden sakındırma işi farzdır. Bu, dinimizde en önemli işlerden ve en büyük farzlardan biridir. Özürsüz bu vazifeyi bırakan bir şahıs ve cemiyet Allah katında mesul olur. Bütün peygamberler bu vazifeyi yerine getirmek için gönderilmiştir. Bu vazife terk veya ihmal edilirse din bozulur, ahlak bozulur, aile bozulur, toplum bozulur, edep ve hükümler zayi olur. Kur’an-ı Kerîm’de,
‘’ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten vazgeçiren bir grup bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. ‘’ (Âl-i İmrân, 3/104.) buyrulmaktadır.
İyliği emretmek kötülüğe mani olmayı fert bir yere kadar yapabilir, bu iş cemaat işidir, topluluk işidir.
Bu âyet-i kerîme, iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırma işinin farz olduğunu göstermektedir. Ayrıca âyette kurtuluşun iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırmaya bağlı olduğu da ifade edilmektedir.
Fakat bu farzi farz-ı ayın olmayıp farz-ı kifayedir. Müslümanların bir kısmı bu vazifeyi yapmakla diğer Müslümanlardan bu farz düşer. Ancak kimse bunu yapmazsa o zaman bütün Müslümanlar günaha girer.
Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur;
‘’ Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir. ‘’ (Müslim, İmân, 20; Tirmizî, Fiten, 11; İbn Mâce, Fiten, 20; v.s)
Hadis-i şerifte beyan edildiği şekilde eliyle kötülüğü kaldırmaya gücü yeterse bu en güzel olur. İkinci derecede diliyle engel olması, buna da gücü yetmediği takdirde kalbiyle yapılacağı bildiriliyor. Yani en azından bir müslümanın, kötülük yapandan nefret duygularıyla kaçınmasının gerektiği bu hadisle öğrenilmiş olunuyor.
Kalple yapılan sakındırmada münker ortam terk edilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Yahudileşmeyi şu şekilde açıklar:
“Benî İsrail arasında bozgunculuk şöyle başladı. Onlardan biri günah işleyen bir adama rastladığı zaman ‘Be adam Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi bırak; zira o işi sana helal değildir’ der.
Ertesi günü yine o adama aynı halde rastlar. Bununla beraber, o adamla yiyip içmekten ve onunla düşüp kalkmaktan çekinmezdi.
Onlar böyle yapınca Allah onların kalplerini birbirine benzetti.”
Hz. Peygamber (s.a.v.) konuşmasının sonunda şu ayeti okumuştur:
“İsrailoğulları içinde kâfir olanlar, isyanları ve hududu aşmaları yüzünden, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendiler. Onlar yaptıkları günahlardan birbirini men etmeye uğraşmazlardı. “[1] MİADE 78
Hayırlı Ümmet
İslâm ümmeti, insanlar için en hayırlı topluluktur. Zira fertleri birbirlerinin bütün dertleriyle ilgilenen kişilerden meydana gelir. Oysa diğer toplumlarda iyilik ve kötülük her ferdin kendi sorunu ve kendi meselesidir. “Her koyun kendi bacağından asılır” sözü belki de buradan geldi bize.
, İyiliği emretmek, kötülüğü sakındırma görevi Peygamberimiz’in ümmetine verilmiş bir görevdir. Diğer ümmetlerden daha faziletli olmasının sebeplerinden biri de bu görevin kendilerine verilmiş olmasıdır. Bu husus Kur’an-ı Kerîm’de şöyle açıklanmıştır:
‘’ Siz insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. ‘’ (Âl-i İmrân, 3/110.)
Görüldüğü gibi müminler, dünyadaki en hayırlı ümmet ve iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlakla yetişmiş bir toplumdur.
Aynı zamanda bu ümmet diğer insanlar için öncü ve önder olarak çıkarılmıştır.
Başkasına İyiliği Emrederken Kendisini Unutmak
İyiliği emreden kişi, kendi hakkında ciddi olması ve öğüt verirken herkesten önce kendini düşünmesi gerektiğini bilmesi gerekir.
İnsan, başkasına öğüt verirken kendisini asla unutmamalıdır. Davetçi, kendi kendini sıkı sıkıya kontrol etmeli ve verdiği kararlara uymakta öncelikle kendisini sorumlu tutmalıdır. Hak Teâlâ, başkasına öğüt verirken kendisini unutan insanları şöyle uyarmaktadır:
‘’ Kitabı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyorsunuz? ‘’ (Bakara, 2/44)
‘’ Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük nefretle karşılanan en sevilmeyen bir şeydir. ‘’ (Saf, 61/2-3.)
Hz. Peygamber s.a.v. de bu konuda şöyle buyurmuştur:
‘’ Kendisi yapmadığı halde insanlara hayrı (iyiliği) öğreten kimse, tıpkı insanları aydınlatırken kendisini yakıp tüketen kandil gibidir. ‘’ (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, nr. 869.)
Başkasına nasihat edip kendisi nasihat almayan kimse, akla ve mantığa aykırı bir işte bulunmuş olur. İyiliği emredip kendisi günah işlemeye cesaret verecek bir iş işlediği zaman, sanki o iki zıt şeyi birleştirmiş olur ki bu da akıl sahibi olanlara yakışan bir iş değildir.
Yapmadıklarını söyleyen, başkasına öğüt verip kendileri verdikleri öğütlere uymayan ve başkalarına doğru yolu gösterip kendileri o yoldan gitmeyenler, ancak kulların alayını ve Rabb’inin gazabını üzerine çekerler.
Davet Uslubü Metodu
İyiliği emretme ve kötülüğü menetme görevini yerine getiren kişi, dikkatli olması ve davet üslûbunu iyi bilmesi gerekir. Yapıcı olayım derken kırıcı olmamalıdır. Bu konuda da Hz. Peygamber s.a.v’i örnek almalıdır.
Hz. Peygamber s.a.v., yirmi üç sene süren peygamberlik hayatı boyunca hiç kimse, onun karşısına çıkarak veya arkasından konuşarak, ‘Neden bize söylediklerini kendin de yapmıyorsun?’ diyememiştir. Resûlullah s.a.v.’in bu üstün vasfı, onun her yönüyle sözü dinlenir bir peygamber olarak tanımasına sebep olmuştur. Hayatı boyunca ona sarsılmaz bir imanla bağlananlar, her şeyden çok, sözün işe uygun olması yönüyle ona bağlanmışlardır.
İlim Sahibi Olmalı
Her şeyden önce, iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran kişi ilim sahibi olmalıdır, konu ile ilgili ahlak ilmini iyi bilmeli ve bilmediklerini de öğrenmelidir. Kötü işleri engelleyen ve ıslahla uğraşan kimsede ilim, ihlâs ve güzel ahlak bulunmalıdır. İnsanda ilim olmayınca iyi ile kötüyü ayıramaz. İhlâslı ve güzel ahlaklı olmazsa kendisini incitene karşı kin besler, nefsi için kızar, haddi aşar, ihlâsı bozulur, zulüm yapar. Bu durumda ki insan Allah’ı unutur. Allah’ı unutunca da yaptıkları Hak için değil, nefsi için olur. Hayrı şerre dönüşür.
Güzel Ahlak Sahibi Olmalı
İslâm’a davet eden, başkalarına iyiliği emreden kişi, güzel ahlak sahibi olmalıdır. Şüphesiz insanın sahip olduğu şeyler içinde en değerli olanı, güzel ahlaktır. Güzel ahlakın timsali ise Hz. Peygamber s.a.v.’dir. O’nun gibi olmaya çalışmak, O’nun gibi yaşamak ve gayret etmek, sünnet üzere bir hayat sürmek, güzel ahlak üzere olmak demektir.
İşte O, Allah’ın seçtiği bir rehber olarak, hem sözleriyle ve hem de yaşayışıyla Müslümanlara örnek olmuştur. İnsanlardan bir şey yapmalarını isteyince, önce kendisi bunun kat kat fazlasını yapmıştır. Herkesten fazla namaz kılmış, herkesten fazla oruç tutmuş ve herkesten fazla sadaka vermiştir. Yasaklarından da daima uzak durmuş, hiçbir günaha bulaşmamıştır. Her türlü aşırılıktan kaçınmış, daima orta yolu izlemiştir. O çok merhametliydi, ama merhameti zaafa varmıyor, adaletten hiçbir şekilde ayrılmıyordu. Çok cömertti fakat müsrif ve savurgan değildi. İbadete çok önem veriyordu ama dünyayı da ihmal etmiyordu. Çok bağışlayıcıydı ancak tavizkar değildi. Şefkatli ve yumuşak huyluydu ama gerektiğinde cephede tek başına bile direnebiliyordu.
İşte davetçi de onun hayatını iyi öğrenip onun gibi yaşamaya, yolunda gitmeye, sünnetini ihyaya, ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmalıdır ki insanlara etkili olup söz geçirebilsin.
Bir mümin de ahlakıyla örnek insan oldu mu, çevresindekilere hal diliyle durmadan İslâm’a çağırır. Onlara bir şey söylediğinde dili haline tercüman olmuş olur ve sözü tesir eder.
Sabırlı ve yumuşak huylu Olmalı
İnsanları kötü işlerden sakındıranların edeplerinden biri de sabırlı olup bu yolda karşılaşacağı acı ve sıkıntılara katlanmasıdır.
Bişr-i Hâfî ks., ‘’ İyiliği emretmek ve kötülükten menetmek için eziyetlere sabretmek gerekir ‘’ demiştir.
Ebû Bekir el-Ferrâ k.s hz.leri ise, ‘’ İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmanın şartları vardır. Bunlar, ilk önce kendi nefsinden başlamak, söylediğini ve delillerini çok iyi bilmektir. Bir de bunu yaparken başına gelecek sıkıntılara sabretmektir. ‘’
Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” buyuruyor ki, Resûl “aleyhisselâm” ile birlikte gidiyordum. Üzerinde bürd-i Necrânî vardı.
Yanî Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekti ki, paltonun yakası mübârek boynunu çizdi, yeri kaldı.
Resûl “aleyhisselâm” geriye döndü. Köylü zekât malından bir şey istedi. Resûl “aleyhisselâm”, onun bu hâline güldü. Ona bir şey verilmesi için emir buyurdu. (Rıyadun-nasıhin)
Emeli Kısa, Niyeti Düzgün Olmalı
Yumuşak Olmalı
Zatın biri Halife Memnûn’a sert bir dille nasihat etmeye başladı. Memnûn adama,
‘Efendi, yavaş ol, biraz yumuşak konuş; zira Allahü Teâlâ senden daha iyi bir kulu olan Hz. Musa’yı, benden daha kötü bir adam olan Firavun’a gönderdiği zaman ona yumuşak söz söylemesini emretti. ‘’ Ayette geçtiği gibi Allah Hz. Musa’ya ve kardeşi Hz. Harun’a,
‘’ Ona (Firavun’a) yumuşak söyleyin, belki hatırlar ve korkar. ‘’ (Tâhâ, 20/44) buyurdu. (Gazâlî, İhyâ, 2/1242.)
Zanna Göre Davranmamalı
Bu konuda zan ve tahminle hareket edilmez. Kötü iş kesin tespit edilmeden, açıkça görülmeden bir müdahale yapılmaz, insan kınanmaz, suçlanmaz. Bu nedenle İslâm toplumunda iyiliğin emredilmesi, kötülüğün yasaklandırılmasın da ictihada giren konularda uyarıcılık yapılmaz. Ancak herkesin bildiği büyük küçük günahlar, dinin kesin yasaklamaları hakkında herkes bu görevi yerine getirir.
Büyük velilerden Ahmed Câmî k.s şöyle demiştir: ‘’ Kendi zan ve kafasına göre davranarak, başkalarını düzeltmeye çalışmak, çoğu zaman fayda yerine zarar verir. Bunun için çok dikkatli ve uyanık olmalı, bir kimsenin saadetine vesile olayım derken, o kimsenin hatta kendinin felaketine sebep olmamalıdır. ‘’
Şefkatli ve Merhametli Olmalı
Bu mukaddes görev ifa olunurken daima şefkatli, merhametli fakat ikna edici olmak lazımdır. Allahü Teâlâ, Hz. Peygamber’in bu ahlakını şöyle övmüştür;
‘’ Allah’tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, biri kalpli olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah’tan af dile. ‘’ (Âl-i İmrân, 3/119 )
Bu ahlak herkes için lazımdır. Sadece günahkâr ve kâfirler için değil, İslâm’ı yaşamakta olan insanlar için de gereklidir. Zira kusuru düzeltmeye çalışırken muhatabı ezip onu rencide edecek sert ve kaba bir uslüp, tam aksi neticelere sebep olabilir.
Hz. Peygamber s.a.v. zamanında bir adam birkaç kere içki içerken yakalanmış ve her defasında cezalandırılmıştı. Bir keresinde Sahabe’den bir zat o kişi hakkında,
“Allah’ın lanetine uğrayasıca! Ne de çok içki içiyor!” deyince Rasul-i Ekrem s.a.v.,
“Kardeşinin aleyhinde şeytana yardımcı olma!” (Buharî) buyurdu.
Bu hadis, böyle kimselere yumuşak davranmanın, şiddetle muamele etmekten daha evlâ olduğunu gösterir.” (İhyâ)
Hal Diliyle Örnek Olmak
Söz istediği kadar coşkulu, istediği kadar cazip ve edebi olsun, inanan bir gönülden, samimi bir kalpten çıkmadıkça donuk ve sönük olur, karşıdaki insana tesir edemez.
İnsan ağzından çıkan sözün canlı bir örneği olmadıkça, söylediğinin hakiki bir temsilcisi sayılamaz. Bu kimseye itimat eden de bulunmaz. Ancak içi ile dışı bir olduğu zaman, söz parlak, kelimeler cazip olmasa da halkın imanı ve güveni temin edilebilir. Çünkü o zaman kelime ve sözler kuvvetini nağmelerden değil, bizzat hakikatlerden alır.
Sözün güzelliği parlak ve edebi olduğundan değil, sadakat ve samimiyetinden ötürüdür. Ancak bu takdirde söz, canlı bir enerji kaynağı haline gelir. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesi olur.
Şu halde bilginin bize yüklediği sorumluluk, onu gerektiği şekilde yaşamaktır. Bu nedenle eskiler “İlim, satırlarda değil, sadırlardadır.” demişlerdir.
Ne kadar gayret etsek de en son anlatım tekniklerini kullansak da her türlü tarihi ve ilmi malumatı bir araya getirsek de gülün kokusunu tarif edemeyiz. Çünkü tarif ettiğimiz şey ancak deneyim ve hal yolu ile idrak edilebilir. Dolayısı ile insanların önüne taze bir gül demeti koymadan onun kokusunu anlatamayız. O nebevi ahlakı üzerinde taşımayan kişinin nasihat etmesi, insanlara tebliğde bulunması ne kadar mantıklı ve etkili olabilir? Böyle bir çağrıya kim kulak verir? Öyleyse kulak vermeyen insanları suçlama hakkımız olamaz.
Dünyada müslüman olan insanlar, Müslümanların yaşantı ve ahlaklarına hayran olarak bu dini seçmektedirler. Kalbinde iman olduğu halde İslam’dan soğuyan insanların büyük bir kısmı da karşısında güzel örnek görememesindendir.
Cenâb-ı Hak, sözle yapılan davete fiilen örnek olmayı emreder: ‘’ İnsanları Allah’a davet ve kendisi de Salih amel/iyi davranış ve hareket eden ve, ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir? ‘’ (Fussilet, 41/33.)
Bu âyette, iyiliği emreden kişide aranacak vasıfların en önemlileri bir araya getirilmiştir. Burada iyiliğe davet eden kişi için Salih amel, işinin sözüne uygun olmasıdır. ‘Ben şüphesiz müslümanlardanım’ demesi ise, kişinin kendini dinleyicilerden üstün ve ayrı görmemesi, onlarla kaynaşması, kibir ve gurur gibi duygulara kapılmamış olmasıdır.
Örnek olmak, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işleminin onsuz gerçekleşemeyeceği ve meyvesini veremeyeceği bir esasıdır. Çoğu zaman konuşmadan, sözden çok uygulamalar etkili olur. İyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran, nasihat eden kişiler, söylediklerine uymadıkları zaman, muhatabın fitneye düşmesine, davetçinin söylediklerinin doğruluğuna ikna olmamasına götürür. Hasan-i Basrî ks. Şöyle der:
‘’ İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et, sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve onu önce kendisi yapar. Bir kötülükten de sakındırmak istediğinde ondan önce kendisi sakınır. ‘’ ( Ahmed b. Hanbel, Kitabü’z-Zühd, s.273; Abdülkadir Geylanî, Fethu’r-Rabbanî, s.76.)
Bize düşen tebliğdir, İnsanlar hangi yolu seçeceklerine kendileri karar verirler. Fakat tebliğ vazifesi Hz. Rasulullah s.a.v.’in yolunun bir parçasıdır. Ancak kendimizden başlayarak yola çıkarsak tebliğ, bereketli bir amel haline gelir.
İyiliği Emirde Önemli Bir Husus
İyiliği emir ve kötü işleri yasaklayan kimse şunu iyi bilmedir: Bu iş, dinin bir emrini yerine getirmektir. Bir Müslüman kendisi tam olarak dinin emirlerini yerine getiremiyorsa bile, dine göre kötü olan işleri yapanı usulünce sakındırmalıdır. Çünkü bir kimse hiç günah işlemeyip sonra iyiliği emir ve kötü işleri men edeyim dese bu vazife hiç yapılamaz. Zira peygamberler hariç, hiç kimse günah ve kusurdan masum değildir. Bir insanın, âlim bile olsa tüm iyilikleri yapması ve kötü olan şeylerin tamamından kendini alıkoyması hemen hemen imkânsızdır.
Mükellef olan insan, iki şey ile emredilmiştir: Günahı terk ve başkasını günah işlemekten alıkoymak. Bu iki görevden birini yapmamak, diğerini de yapmamayı gerektirmez. Bir şeyin hepsine ulaşılamıyorsa tamamen de terk edilmez.
Enes b. Mâlik’ten rivayet edilen bir hadiste şöyle bir hüküm bulunmaktadır:
‘’ Biz Allah’ın Resûlü’ne, ‘Ey Allah’ın Resûlü, biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça men edemez miyiz?’ diye sorduk, Resûlullah s.a.v. şöyle buyurdu:
‘ Siz iyiliğin tamamını işlemeseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız. ‘’ (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, nr. 6624.)
Saîd b. Cübeyr r.a. der ki: ‘’ Hiç günah işlemediğimiz zamanı bekleyip iyiliği emir ve kötü işlerden sakındırmayı ertelesek, hiçbir zaman bu işi yapamayız. ‘’ (Gazâlî, İhyâ, 2/1203; Kimyâ-yı Saâdeti, s.350.)
Hasan-ı Basrî’ye, ‘’Bazıları, ‘Kendinizi bütün günahlardan uzaklaştırmadan, halkı dine davet etmeyin diyor, buna ne dersiniz?’ diye sorduklarında hazret,
‘’ Böyle düşünüp ve onu güzel bulup kötü işlerden sakındırmayı terk etmek ancak şeytanı sevindirir. Zaten o da bunu ister. ‘’ (Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, s.350.)
Ebû Tâlib el-Mekkî ks. Der ki: ‘’ Allah Teâlâ’nın beğenmediği ve yasak ettiği bir işten sakınmak, Allah’ın beğendiği yetmiş şeyi yapmaktan hayırlıdır. ‘’
Süfyân-ı Sevrî ks.ye ‘’ Kişi, sözlerinin dinlemeyeceğinin bildiği birine iyiliği emretmeli midir? ’’ diye sorulunca şöyle demiştir:
‘’ Evet, etmelidir ki Allah katında mazur olup mesul olmasın. ‘’
Hayra Davet Görevi İhmal Edilirse
Hayra davet görevi bazılarına resmen verilmiştir. Bunların görevlerini yerine getirmeleri farz-ı ayındır. Görevlerini yapacaklardır. İhmalleri kendilerini günaha götürür.
Bir kısım Müslümanlar üzerine ise farz-ı kifâyedir ki yerine getirildiği zaman sevap kazandırır.
Bir toplumda iyiliği emreden, kötülükten men edenler olmazsa giderek kötü işler birer kural haline, bir yaşama biçimi haline gelir. Şeytanlar hak ile batılı karıştırır, doğruyu bozarlar; insanlara Allah’ı unuttururlar. Zira görevin ihmali, inanç ve ahlak bakımından, toplum yapısını değiştirecek boyutları bulmaktadır.
İslâm’da köşesine çekilip kimseye karışmamak doğru değildir. Her Müslüman gücü nispetinde İslâm’ı öğretmek ve yaymakla yükümlüdür. Bunları yapmaya gücü yetmeyen kimsenin kötülüğü istememesi, kalben bunu kötü görmesi ve buğzetmesi ile de bu görev yapılmış olur.
Hz. Peygamber s.a.v., Alim ve Salihlerin Uyarıları
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
‘’ Bir kimse bir günahın işlendiği yerde hazır bulunur da ondan nefret ederse sanki orada hazır bulunmamış gibidir. Bir kimse de orada hazır bulunmadığı halde o günaha sevgi (meyil) duyarsa sanki o günah işlenirken hazır bulunmuş gibidir. ‘’
Burada şu husus ortaya çıkmaktadır: Günah ve kötülükleri kalp ile reddetmek hangi halde olursa olsun bütün Müslümanlar üzerine farzdır.
İbn Ömer başlangıçta idarecilerin yanına gidiyordu. Sonra bu âdeti terketti. Kendisine denildi ki; ‘Keşke sen onlara gitmeye devam etseydin! Umulur ki, senin gidişinden dolayı nefislerinde hidayet belirir!’ İbn Ömer şöyle cevap verdi: ‘Korkuyorum ki, eğer konuşursam bende olanı başka görürler, eğer susarsam günah işlemiş olurum’.
İşte İbn Ömer’in bu sözü işaret eder ki, iyiliği emretmekten aciz olan bir kimseye haramın işlendiği yerden uzaklaşmak düşer. Ondan uzak durmak gerekir ki, kötülük onun gözünün önünde yapılmasın. (Gazâlî, İhya)
Ancak el ve dil ile reddetme sorumluluğu, buna güç yetirebildiği takdirde gerekli olur. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
‘’ Hangi toplumun içinde bir günah işlenir ve onlar onu değiştirmeye muktedir oldukları halde değiştirmezlerse onlara toplu olarak bir azabın gelmesinden korkulur. ‘’
Bu hadisi Ebû Davud rivayet eder der ki: ‘’ Şu’be hadis hakkında şöyle demiştir: Bir toplum içinde günah işlenirse onlar onu işleyenden daha fazla günahkâr olurlar. ‘’ (Ebû Davud, Melâhim 17; Tirmizi, Fiten, 8; v.s)
Bir hadisi şerifte şöyle anlatılmaktadır: Bir gün Allah Resûlü s.a.v., ‘’ Herhangi biriniz kendisini hakir duruma düşürmesin ‘’ buyurdu. Biz,
‘Ey Allah’ın Resûlü! Bir kişi kendisini nasıl hakir duruma düşürür?’ diye sorduk, şöyle buyurdu:
‘’ Allah Teâlâ’nın bir emrini görür, orada kendisine söz söylemek düştüğü halde o konuda konuşmaz. Allah Teâlâ kıyamet günü ona, ‘Benim hakkımda şunu şunu söylemene engel olan neydi?’ diye sorar. Kul, ‘İnsanlardan korkmuştum!’ diye cevap verince, Hak Teâlâ, ‘Asıl korkulması gereken ben değil miydim!’’ buyurur. ‘’ (İbn Mâce, Fiten. Nr. 4008; Ahmed bi Hanbel, el-Müsned, 3/30,47,73,91; v.s)
Resûlullah s.a.v Efendimiz’de ümmeti olan bizleri şöyle uyarmaktadır:
‘’ İyiliği emrediniz. Bunu yapmazsanız Allah Teâlâ başınıza en fena şahıs ve işleri musallat eder; o zaman en iyileriniz dua eder de duaları kabul olmaz. ‘’ (Tirmizi, Fiten, 9; Beyhâkî, Şuabü’l-İman, nr.7558.)
Allah Teâlâ avamın isyanı ile havassa azap etmez. Ne zaman ki isyan açığa çıkar ve o toplumun ileri gelenleri bu durumu düzeltmeye ve kötülükleri önlemeye güçleri yettiği halde sessiz kalırlarsa işte o zaman azap umumileşir.
Ashaptan Hz. Huzeyfe r.a. ‘’ Hayatta olduğu halde ölü sayılan adamlar kimlerdir? diye sorulduğunda Huzeyfe r.a.
‘ Gördüğü bir kötülüğü eli, dili ve kalbiyle reddedip engel olmayan kimselerdir ‘’ demiştir. (Gazâlî, İhyâ, 2/1201.)
Hz. Ali r.a.’da şöyle diyor: ‘’ İlk mağlup olacağımız mücahede, el, sonra dil ve daha sonra da kalp ile yapılan mücahededir. Kalp, iyiliği kabul ve kötü işleri reddetmezse tersine döner. ‘’ (Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, 3/186: Gazâlî, İhya, 2/1201.)
Malik b. Dinar r.ah anlatıyor:
Bize ulaşan bilgilere göre bir keresinde Allah Teâlâ meleklerine, ‘’Falan yerleşim üzerine bela indirin’’ diye vayhetti. Melekler,
‘Aman yâ Rabbi! Onların arasında falanca abid kişide var’ dediler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
‘’ Bana onun azaptan dolayı feryat ve iniltilerini duyurun, çünkü o benim yasaklarımın çiğnendiğini gördüğünde suratını hiç ekşitmedi. ‘’
Abdurrahman-ı Tâhî ks., İmam-ı Rabbânî ks. Hazretlerinin şöyle dediğini nakleder:
‘’ Bir beldede iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayan imam ve önderler o belde şeytanın vekilleridir. ‘’
Seyda-i Tâhî ks. Sonra demiştir ki: ‘’ İmamlar o beldenin önderleridir. Önder olmalarından dolayı yöre halkını ya cennete ya da cehenneme götürürler. ‘’ (Abdurrahman Tahî, el-İşaret, s.146 (Tercüme, s.107.)
Allah Teâlâ Yuşa b. Nun a.s’a, ‘’ Senin toplumundan kırk bin seçkini, almış bin de kötü insanı helak edeceğim’’ deye vahiyde bulununca Yuşa,
‘’ Ya Rabbi, kötü insanları anladık ama seçkinlerinin suçu ne?’’ diye sorunca, yüce Allah şöyle vahetti:
‘’ Çünkü onlar benim için kötü iş yapanlara kızmadılar, onları vazgeçirmek için çalışmadılar, hiçbir şey yokmuş gibi onlarla birlikte yiyip içtiler. ‘’
Ebû Ümâme anlatıyor: ‘’ Bu ümmetten bir grup, günahkârları kötülüklerden vazgeçirme imkânları varken bunu yapmayıp onlarla hemdem olmaları yüzünden maymun ve domuz suretinde haşr olunur. ‘’ (Şa’rânî, Tenbîhü’l-Muğterrîn, s.404.)
Enes b. Mâlik r.a. demiştir ki: ‘’ Birinin kötü bir iş yaptığını duyan kimse (imkânı varken) ona engel olmazsa kıyamet günü sağır ve kulakları kesilmiş olarak huzura gelir. ‘’
İbn Mesud r.a. şöyle diyor: ‘’ Allah katında en büyük günahlardan biri de birinin bir diğerine, ‘Allah’tan kork’ deyince karşıdakinin, ‘Sen kendine bak’ demesidir. ‘’ (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, nr. 5857; Şa’rânî, Tenbîhü’l-Muğterrîn, s.405.)
Bir arifin şu tesbitlerini de dikkate almalıyız: Unutmayalım ki bütün yanlış ve sapık yolların da bir mantığı, muhakeme tarzı ve felsefesi vardır. Onlar da kendilerini doğru yolda sanır, haklı bulur. İyi bilinsin ki, insana gerçeği Allah gösterir, hakkı o buldurur, doğru yola O hidayet eyler. O halde daima Allah’tan tevfikini refik etmesini; hakkı, doğruyu buldurmasını istemek; dikkatli, ihtiyatlı, edepli, saygılı olmak gerekiyor. (40-1 TEBLİĞ, İNSANI ÖZÜNE DAVETTİR M. Saki Erol)
Hz. Ömer r.a diyor ki: ‘’ Benim hatamı görüpte bir hediye gibi bana sunana Allah rahmet etsin ‘’
Kaynaklar: Edeb Ya Hu 2, Semerkand Yay. – Semerkand Dergisi, Sayı:40