İstişare (Müşavere), dayanışma, bir hususun hayırlı olup olmadığını anlamak için uygun görülen kimse veya kimselerle ile fikir alışverişinde bulunmak demektir. Zıddı kendi bildiğine gitmek, kendi başına iş yapmak diğer bir ifade ile bildiğini okumaktır.
İstişâre, İslam›ın üzerinde durduğu önemli prensiplerinden biridir. Müslümanların sadece özel hayatlarında karşılaşacakları meselelerin çözümünde değil, devlet işlerinden cemaat işlerine, vakıf ve dernek faaliyetlerinin şekillenmesinde de başvurmaları gereken önemli bir esastır. İşlerin şûra ile yürütülmesi Allah›ın (c.c.) emridir. “Müslümanlar işlerini aralarında istişare ile yürütürler.”1
İstişare, hakkında konuşulacak konular bütün detayları önceden bilinirse ve bilgiler toplantıya katılmadan önce katılımcılara bildirildiğinde katılımcılara önceden düşünme zamanı tanınmış olur. Zira isabetli fikir beyanı, isabetli bilgi ile temin edilebilir. İstişare esnası, istişare çalışması değil, istişare toplantısı olmalıdır. Karar aşamasından önce bütün çalışmalar bitirilmelidir.
İstişarelerde karar alınırken; gündemdeki her madde, değerlendirme yapıldıktan ve özetlendikten sonra karara bağlanmalıdır.
İstişarede alınan karar, geneli ilgilendiren bir konu olduğu için kararla ilgili bütün insanların hukuku göz önünde bulundurulmalıdır. Bir kişinin istişâre kurallarını çiğneyerek kendi görüşünü kabul ettirmesi, genelin hukukuna bir tecavüz sayılır. İstişâre sonunda meydana gelecek bütün vebal ve sorumluluk bu şahsa ait olur. Ama asla buna fırsat verilmemelidir. İşte bundan dolayı karar alınırken bu vebalden korkarak, şahsi görüşlerden ziyade genelin görüşüne bakmak gerekir.
Genelin aldığı karar, açıkça Kur’ân, Sünnet ve maslahatlara aykırı değilse vebalden de uzaktır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) “Şüphesiz Allah, ümmetimi dalâlet üzerinde birleştirmez”2 buyurmuştur.
Bir kurumda veya bir cemaat yapılanmasında yahut bir teşkilatın; hedefi, yolu, prensipleri belli olsa bile az da olsa o cemaatteki fertlerdeki fikirlerde, anlayışlarda ve davranışlarda farklılıklar ve farklı görüşler olabilir. İstişâre toplantılarındaki bu farklılıklar (ihtilaflar) bir zenginliktir.3 Fakat bu zenginlikten istifade edebilmek için, şahıslar tenkid edilmemeli, ortaya konulan fikirler tenkit edilmelidir. Şahsa yönelik tenkit, istişarenin sıhhatini bozar; şeytanın devreye girmesine sebep olabilir. Her konuda olduğu gibi bu konuda ölçülü olmak gerekir.
Sırf ihtilaf için fikir serdetmek caiz değildir. Fakat konuya çok yönlü bakmayı temin edecek bir ihtilaf, zenginliktir ve faydalıdır da. Aykırı fikirler, nefisten değil; bilgiden, akıldan ve tecrübeden kaynaklanmalıdır. Herkes kendi aykırı fikrini, kardeşinin aykırı fikrine kurban edebilmelidir.
İstişare, isabetli görüşü bulmak için en mühim yoldur. Fakat bazı durumlar istişareyi istişare olmaktan çıkarır. Kendi görüşünü çok beğenen şahıslar, bazen istişare kurallarını çiğneyerek ısrarla görüşünü gruba kabul ettirmeye çalışır. Kendi fikrine muhalif görüşleri dinlemez, dinlese de onları sudan bahanelerle reddederler. Hatta bazen kendi fikrine muhalif olanlara kızar, onları tahkir eder ve cahillikle suçlarlar. Fikri kabul edilmediği zaman gücenir; fikri kabul edilince de bir zafer kazanmış gibi olurlar. Eğer istişarede bu şahısların fikirleri onların ısrarlarına binaen kerhen kabul edilirse, bütün sorumluluk ve vebal onlara ait olur. Bu tür istişarelerin sonunda menfi durumlar ortaya çıktığı zaman “Ne yapalım istişareden bu karar çıkmıştı.” diyerek, suçu istişareye nisbet etmek doğru değildir.
Faydalı ve verimli bir istişare için doğru bir metod takip etmek; istişare öncesi, anı ve sonrası takip edilmesi gerekli adabı gözetmek; fikre ve karara muhalefet eden kimselere gereken şeyleri ve ihtilafın çözüm yollarını göstermek gerekir.
Konuyla ilgili olarak, Kethüdâzâde Mehmed Ârif Efendi, talebelerine şu üç altın öğüdü verir:
Düşünceler daima saygıdeğer hakikatlerden zerrelerdir. Hiçbir düşünceyi toptan reddetmeyeceksiniz.
Hiçbir varlığın ve fikrin sadece kendinizde olduğunu iddia etmeyeceksiniz.
Yerlerine daha tatmin edicisini ve faydalısını yerleştirinceye kadar kurulmuş, yerleşmiş hiçbir âdet ve geleneği bozmaya ve yıkmaya çalışmayacaksınız.
Karara muhalif olan kişiler şu soruları öncelikle kendi dünyalarında cevaplamalıdırlar:
İstişare edilen konuyu enine-boyuna acaba tam olarak biliyor muyum?
Benim savunduğum fikrim de yanılabilme durumumun olduğunu düşünebiliyor muyum?
Çoğunluğun görüşünün yanılma ihtimali azınlığın görüşünün yanılma ihtimalinden daha az olduğu gerçeğini kabul edebiliyor muyum?
Genelin menfaatini mi yoksa özelin menfaatini mi tercih ediyorum?
Yine bunların yanında şu nasihatlerde unutulmamalıdır;
4İhtilaflar için çözüm, nefse uymak değil; hak yolda olduğu ve zulmetmediği müddetçe liderin başkanlığında birliği korumaktır.
Liderin başkanlığında birliği korumak, gücü korumak, huzuru ve galibiyeti korumak demektir. Birliği parçalamak, düşmana yardımdır bir bakıma!
Muhalefet, istişarelerde veya ilmî bir konuda farklı düşünceleri naklî ve aklî delillerle dile getirmektir.
İhtilafı Seyyid Şerif Cürcânî şöyle tarif etmiştir: “Hakkı ortaya çıkarmak veya batılı iptal etmek için birbirine zıt iki taraf arasında cereyan eden münâzaradır/çekişmedir.”
Niyet, yol ve usûl; güzel, faydalı ve sahih ise muhalefet de güzel, faydalı ve sahihtir. Niyet bâtıl ise söz hak da olsa netice batıl olur. Sıffin Savaşı’nda Haricîlerin yaptıklarına karşılık Hz. Ali’nin “Söz hak, niyet batıldır.” şeklinde cevap vermesi gibi. Niyet hak, söz batıl ise netice yine batıl olur. Niyeti bir hakkı ortaya çıkarmak olan bir ilim eh-
linin, icma olan bir konuda, herkesin reddettiği bir delili serdederek kendine göre hükümde bulunması gibi.
Her yanlışa muhalefet etmek, hakikati aramanın ve hakikate tabi olmanın gereğidir.
Doğru-yanlış ayrımı gözetmeksizin her söylenene muhalefet etmek ise hastalıktır. Bu durum, ya sadece kendisini hak ehli görmekten veya kendi nefsine esir olmuş akıldan yahut da cehlini bilmeyen bir kimsenin kendisini ilim ehli olarak görmesinden kaynaklanır.
Doğru-yanlış her şeyi kabul etmek taklitçilerin işidir. Bu ise elbette kınanan özelliktir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; İstişare esnasında münakaşa değil; müzakere, fikir beyanı ve fikrî mütalaa yapılmalıdır. Münakaşa yasaklanmış ama ilmî müzakereler ise övülmüştür.
Toplantıda en büyük görev toplantı başkanına düşmektedir. Başkan, adeta orkestra şefi gibi toplantıyı idare etmeli; gündem maddelerinin dışına çıkıldığı zaman ikaz etmeli, konuşmayanları cesaretlendirmeli, konuyu aşırı uzatanlara kısa tutmasını tavsiye etmeli, toplantının kırıcı tartışmalara dönüşmesini engellemeli, herkese âdil davranmalıdır. Bununla beraber âmir gibi değil; arkadaş gibi hareket etmeye dikkat etmelidir.
İstişarede hür bir ortam olmalıdır. Herkes fikrini korkmadan, utanmadan, çekinmeden ortaya koymalıdır. Aynı zamanda muhatapların fikrini gizlemelerine sebep olacak durumlardan uzak durulmalıdır.
Toplantı başkanı veya yetkili şahıslar, mümkün mertebe en son konuşmalıdırlar. Çünkü toplantıya katılanlar orijinal düşünceleri, teklifleri olsa bile, onlara muhalefet etmekten çekinerek fikir beyan etmeyebilirler.
Hiç kimse kendi fikrini kabul ettirmek için ısrar etmemelidir. Fikrini söylemeli, müdafaa ve isbat etmeli, fakat zorlamamalıdır. İstişarede fikri kabul edilmeyenler kırılmak, gücenmek, küsmek, kızmak ve kin gütmek gibi bir tavra gitmemelidirler.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Uhud Savaşı öncesi istişare yapmış, kendi görüşüne muhalif sahabilerin görüşünü kabul etmiştir. Hz. Ömer’de (r.a.) bir meselede kendine itiraz eden kadının sözünü kabul etmiş, kendi görüşünden vazgeçmiştir. Bu olgunluğu istişaredeki her fert gösterebilmeli ve “Ben böyle düşünüyorum, fakat yanlış olabilir.” veya “Benim söylediğim yanlış, arkadaşımın söylediği isabetlidir.” diyebilmelidir. Önemli olan “benim fikrim” değil, genelin menfaati adına “bizim fikrimiz” olmalıdır.
Toplantıda aykırı veya uç fikirler olabilir. Fakat bu fikirleri dile getirenler -genel prensiplere aykırı olmamak şartıyla- fikirlerinden dolayı yargılanmamalıdır. Her fikir toplantıda bir zenginlik olarak değerlendirilmelidir.
İstişarede bir fikir çok güzel olabilir. Fakat fikrin güzelliğinden ziyade uygulanabilir olması daha mühimdir. Bir fikrin mühim olması ayrı, uygulanabilir olması ayrıdır. Bazı şahıslar çok iyimserdirler ve her şeyin iyi tarafını görürler. Bazıları da tam tersine karamsardırlar ve her şeyin kötü tarafını görürler.
Bir karar alınacağı zaman, istişaredeki şahıslar renklerin tamamını görmeye çalışmalıdırlar. Ne yalnızca tozpembe tablolar çizmeli ve görmeli, ne de karamsar olunmalıdır. Alınacak kararın muhtemel neticelerinin iyi-kötü bütün yönleri masaya yatırılmalı; bu aşamada gerçekçi ve dengeli olunmalıdır. Tozpembe tablo hoşumuza gidebilir veya karamsar tablolar bizi rahatsız edebilir; fakat önemli olan bizim bir şeyden hoşlanmamız veya rahatsız olmamız değildir. Önemli olan, gerçekçi bir bakış açısıyla renkler arasındaki azlığı/çokluğu ve dengeyi doğru bir şekilde görebilmek ve bunun neticesinde de sağlıklı bir çözüm ortaya koyabilmektir.
Bir şahıs, kendi fikrinin isabetli olduğuna inanabilir. Bu bir eksiklik değildir. Fakat hata etmesi de her zaman mümkündür. Bu yüzden “Her zaman hata edebilirim.” düşüncesi göz önünde bulundurulmalı ve “Çoğunluk iştirak etmediği takdirde, benim ısrarımla bu fikir kabul edilirse ben vebal altında kalırım.” endişesiyle hareket edilmelidir. Her şahıs fikrini ortaya koymalı, savunmalı, izah etmeli; fakat kararı çoğunluğa bırakmalıdır.
Görüşü kabul edilmeyen azınlık, çoğunluğun görüşünü uygulamaya koyacakların başında yer almalıdır. Üstelik uygulamada bu görüşü çoğunluk gibi savunmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.), zırhını ilk giyen kimse olarak Uhud’a çıkması gibi.
Allah’ım! Aldığımız kararlarda isabet, bu kararlara uymada inayet, hizmet yolunda kardeşlerimizin kalplerini birleştir. Senin razı olacağın kullarının zümresine bizleri ilhak eyle.
Amin…
Dipnotlar
1. Şura Suresi, 42/38
2. Tirmizî, Fiten, 7. Hadis no: 2168.
3. Hizmetkar liderlik modeli, İdris Tüzün, Süeda yayınları, S. 231