Oruç ve Hikmetleri

Oruç, Arapça’da “savm ve sıyâm”dır. Savm kelimesi, “Bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamına gelmektedir. Fıkhî olarak ise; imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve bilinçli olarak yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Tarifteki imsak vakti, oruç yasaklarından (yeme, içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcını ifade eder. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i sâdık) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlama vaktidir. 

Yine tarifteki iftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gündüz ve gecenin tam manasıyla teşekkül etmediği bölgelerde (kutuplar v.s.) oruç süresi, buralara en yakın, vakitlerin oluştuğu bölgelere göre belirlenir. 

Elhamdülillah bu konudaki Kur’an âyetleri çok net ve de Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) oruçla ilgili belirlediği uygulamalar da açık ve net olarak elimizdedir. Böylece bu iş ayakta durmaktadır. Artık namaz da, oruç da, hac da evrensel bir boyuta ulaşmış, evrensel özelliklere sahiptir. Oruç, insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri var olan bir emir ve bir ibadet şeklidir. 
Oruç Allah(c.c.)’ın Rızası İçin Bir Vesiledir

Oruç riyanın en az karışacağı bir ibadet olduğu için sevabı en fazla olan ibadetlerden sayılmıştır. Peygamberimiz’den (s.a.v.) nakledildiğine göre, orucun bu yönüne ilişkin olarak Allah (c.c.), “Oruç benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim” (Buhârî; Müslim) buyurmuştur. Bu bakımdan oruç tutmanın sevap olarak karşılığı oldukça yüksektir. Cennetin özel olarak oruç tutanların girmesi için ayrılmış bulunan “Reyyân” adlı kapısından girme hakkı bu karşılığın mukaddimesi sayılmıştır. 

Toplumsal hayatta huzursuzluklara yol açan taşkınlıklar, büyük ölçüde insanın hayvanî yönünü tatmin eden maddî zevklere düşkünlükten kaynaklanır. Maddî zevk deyince de akla, yeme içme ve cinsel ilişki gibi zevkler gelir. İşte oruç, insanı maddî zevk ve şehvetler peşinde koşturan, dolayısıyla da, Allah’ın (c.c.) haklarına riayet edemediği için kendisine zulmetmesine, insanların haklarına riayet edemediği için onlara zulmetmesine sebep olan nefs-i emmâreyi teskin etmenin de bir ilâcı, aşırılıkları törpülemenin bir çaresidir.


Oruç, yoksulların durumunu daha iyi anlamaya, dolayısıyla onların sıkıntılarını giderme yönünde çaba sarf etmeye de vesile olur. 


“Tok, açın halinden anlamaz” atasözü de bunu ifade eder. Orucun, dinimizde önemli bir yeri olan sabır konusuyla irtibatı da burada hatırlanmalıdır. “…Namaz ve sabırla yardım isteyin” (Bakara Suresi; 2/153) ve “Sabredenlere ecirleri hesapsız olarak tastamam verilir.” (Zümer Sûresi;  39/10) gibi âyet-i kerimeler, “Oruç sabrın yarısıdır” (Tirmizî) diyen ve orucun Allah (c.c.) için olup, mükâfatının da kendisinin hesapsız olarak vereceğini bildiren hadislerin ortak anlamı, orucun sabır boyutunu ve bunun fazilet ve sevabının yüksekliğini anlatır.

Oruç Bir Kalkandır, Kişiyi Kötülüklerden Arındırır 

Rivayet edildiğine göre saçı başı dağınık bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelerek, “Ey Allah’ın elçisi! Allah’ın beni yükümlü tuttuğu orucun miktarını söyle” demiş, Peygamberimiz (s.av.) “Ramazan ayını oruçlu geçir” buyurmuş, adam bu defa “Bunun dışında başka oruç tutmam gerekiyor mu?” diye sormuş, Peygamberimiz (s.a.v.) de “Hayır, yükümlü olduğun başka oruç yoktur. Fakat nafile olarak tutabilirsin” cevabını vermiştir. Adam aynı şekilde sorularına devam ederek zekât, namaz ve hac konusunda bilgiler aldıktan sonra. “Sana ikramda bulunan Allah’a yemin olsun ki, bu söylenenlerden fazla bir şey de yapmam, eksik de bırakmam” diyerek çekip gitmiş, Peygamberimiz (s.a.v.) de arkasından şöyle söylemiştir: “Şayet dediğini yaparsa bu adam kurtulmuştur.” (Buhâri; Müslim)

“Oruç kalkandır (kötülükleri önler).” (Buhârî; Tirmizî) 

“Biriniz oruç günü olunca kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın, cahilce davranmasın, birisi ona sataşır veya bulaşırsa: “Ben oruçluyum, ben oruçluyum” desin! Muhammed’in (s.a.v.) hayatı elinde olana Allah’a (c.c.) yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu kıyamette, Allah (c.c.) nezdinde misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun yaşadığı iki sevinci vardır: İftar edince bu sebeple sevinir. Rabbine kavuşunca da orucundan dolayı sevinir.” (Müslim)

Oruç, kişiyi kötülüklerden arındırır. Nefsin arzularına karşı bir kalkan görevini yapar. Oruç, kavga, dövüş, sövme, kötü söz söyleme ve huzursuzluk çıkarmak gibi toplum düzenini bozan olumsuzluklara karşı bir kalkan görevini üstlenmekte ve toplumu kirleten günahların önüne geçmektedir. 

Oruç tutan kimseler; nefislerine hâkim olur. Tutmayanlar ise nefsanî arzularının peşine takılıp gider, günah batağına saplanıp kalırlar. Oruç, haset, fesat, hile ve fitne gibi çirkin fiillerden uzaklaşmayı sağlar. Başkalarının malına, namusuna şeref ve haysiyetine tecavüzden alıkoyar. Oruç Allah’ın (c.c.) rızasına ulaştırır. Çeşitli hikmet ve yararlarının bulunması, oruç ibadetinin farz olmasının asıl sebebi değildir. Oruç ibadetinin farz olmasının asıl sebebi, Allah’ın (c.c.) emrine teslimiyet ve O’nun rızasına ulaşmaktır. 

Orucun ahlâkî ve sosyal faydalarından önce, onun teslimiyet ve rıza boyutunu düşünmek gerekir.


İbadetlerin sırlarını, gerçek mana ve önemini kavrayan kimi âlimler namaz kıldığı, oruç tuttuğu halde, hâlâ çirkin işler yapan ve fenalıktan sakınmayan kimseyi, abdest alırken yüzünü, eline su almadan üç kere yıkayan kimseye benzetmişlerdir: Uzaktan bakan onun abdest aldığını zannetse de o gerçekte abdest almamaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki, kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir” (İbn-i Mace) diye buyururken bu durumu kastetmiş olmalıdır.
 
Oruç Nefis Terbiyesini Sağlar

Oruç, gerek fert ve gerekse toplum açısından bizim için büyük bir nefis terbiyesini içerir. Oruç, önce inancımızı, ahlâkımızı, düşüncemizi ve niyetimizi arındırır. İslam’da önce ferdin kendini düzeltmesi esastır. Fertler düzelmeden toplumda düzelme ve iyileşme beklenemez. Oruç, önce ferdi günahlardan uzaklaştırarak temiz bir toplum oluşturmaktadır. Ramazan orucunun farz olmasındaki en önemli hikmetlerden biri de günahlardan korunmayı ve uzaklaşmayı sağlamaktır. 


Oruç sayesinde nefsimize ve şehvetlerimize hâkim olma alışkanlığını elde ederek günahlardan, tehlikelerden sakınıp takva mertebesine erebiliriz. 


Çünkü oruç, şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlup eder. Azgınlıktan, kötülükten men eder. Dünyanın geçici lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir. Hayatın lezzetini tattırır, kalbin Allah’a (c.c.) bağlılığını artırır.

Oruç, nefsin isteklerinden iradî olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine; açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de bir sabır eğitimine dönüşmektedir. İnsanın hayatta başarılı olabilmesi için irade hâkimiyeti ve güçlükler karşısında dayanabilme gücü de önemli bir role sahiptir. Nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun arındırılıp yüceltilmesinde oruç etkili bir yoldur.  

Allah’ın (c.c.) buyrukları ve yasakları elbette ki kulların iyiliği içindir. İslâm âlimleri bütün hükümlerin insanların yararlarını gerçekleştirme amacına yönelik olduğu konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu bakımdan, Allah’ın (c.c.) yapılmasını istediği şeylerde kullar için çok büyük faydalar, yasakladığı şeylerde ise büyük zararlar bulunduğu kesindir. İbadetleri, bir hedefe erişmenin yolu olarak görebilenler için bu kulluk görevleri, artık sırtta taşınan ve bir an önce indirilmeye çalışılan bir yük olmaktan çıkar ve âdeta üzerinde yükseklere ulaşılan bir araç haline gelir. 

Oruç Takvaya Ulaştırır

Oruç, ümmeti takvaya eriştiriyor. Oruç, güçlü bir irade eğitimi sayesinde ferdi ve toplumu kötülük ve günahlara düşmekten koruyor, Allah’a (c.c.) yaklaştırıyor. Oruç ve Ramazan bilinci, Allah’ın (c.c.) razı olduğu cemiyeti oluşturmaya ve korumaya yetiyor. Oruçlu, Allah’ın (c.c.) emrine uyarak şehvetlerini terk ediyor; Allah’ın (c.c.) her an kendisini murakabe ettiği inancı içinde sabretmeyi öğreniyor. Ve bu durum; kulda, bütün hayatını kuşatan bir meleke halini alıyor. Kötülüklerin; içki, kumar, fuhuş, faiz, dolandırıcılık, hırsızlık, gıybet, iftira, yalan, zulüm ve işkencelerin İslam âlemini de kasıp kavurması; “Ramazan bilinci” yoksunluğunun davet ettiği belâlar değil midir? Kutsal açlığı, kutsal çileye dönüştüremeyişin getirdiği musibetler değil midir? 

Oruç, Allah’ın (c.c.) verdiği helâl nimetleri, sırf Allah (c.c.) rızası için belli bir zaman terk etmektir. Bu bazılarının sandığı gibi bir perhiz veya sağlıklı yaşam alıştırması değildir. Bu, Allah (c.c.) için nefsin isteklerini kontrol altına alabilme alıştırması, bir nefis eğitimidir. Mü’minin nefsinin böyle bir eğitime ihtiyacı vardır. Çünkü o inandığı dini, hayatına hâkim kılmakla yükümlüdür. O bunu, görevi Allah’ın (c.c.) kulu olduğuna kesin olarak inandığı ve gerçek kurtuluşun İslâm’ı yaşamakla mümkün olduğunu bildiği için yerine getirir. Müslüman aynı zamanda inandığı dinin bir davetçisidir. Yeryüzünde, inkârcılar arasında Hakk’ın şahididir. 

O, örnek hayatıyla inandığı dinin güzelliklerini başkalarına aktaracak ve gösterecektir. Bundan dolayı o, nefsini iyi şekilde terbiye etmesi gerekir. İman yolu şüphesiz kolay değildir. Engeller, zorluklar, nefsin ve şeytanın aldatmaları, şehvet duygularının yaygın kolları, dünya hayatının çekicilikleri vardır. Mü’min bütün bunlara karşı dikkatli olacak, hepsini inancının izin verdiği ölçüde halledecek ve hayatının amacını gerçekleştirecektir. 

Oruç Sabrı Artırır

“Oruç sabrın yarısıdır.” (Tirmizî) Hadis-i şerifi gereği Müslümanlar, eşine benzerine rastlanmayacak bir sabır eğitiminden geçirilmektedirler. Oruç, malda ve bedende Allah’ı (c.c.) söz sahibi kabul etmenin ifadesidir. Oruç tutan bir Müslüman, malda da canda da Allah’ı (c.c.) söz sahibi kabul ediyor demektir. Zaten kişinin hayatta iki şeyi vardır. Bunlardan birisi canı, ötekisi de malıdır, bunlar kişinin sahip olduğu şeylerdir. Oruç tutan mü’min diyor ki; “Ya Rabbi, mal da senin, can da senin! Dün ye dedin yiyordum, bugün yeme, dedin bak yemiyorum! Ama şu anda iftar vakti ye, dediğin için yiyorum!” diyerek, malda da canda da Allah’ı  (c.c.) söz sahibi kabul etmektedir. Oruç, nikâhlı eşlerin birbirini Allah’ın (c.c.) emaneti bilmesinin ifadesidir. “Ya Rabbi! Ramazan’da oruçlu iken cinsel ilişki yasak dedin, ben bu yasağa uydum. Bu konuda seni söz sahibi biliyorum.” demesinin ifadesidir. Oruç baştan sona niyetten ibarettir ve sadece Allah’a (c.c.) aittir. Oruçla Müslüman, Allah (c.c.) için niyet taşıma konusunda çok büyük bir deneyim kazanmaktadır.  Bunu kişi, ancak Allah (c.c.) için yapabilir. Kimse bunu bir başkası için yapamaz. Bir başkası için yapsa, onun göremeyeceği bir yer buldu mu rahatlıkla yer içer ve cinsel ilişkiye girer. Kimse bu konuda onu zorlayamaz. Şu anda dünyanın hiçbir gücü, dünyanın hiçbir kuruluşu milyarlarca insanın aynı anda çorbaya kaşık uzatmasını sağlayamaz. Hiçbir güç, bir saatliğine bile olsa bunu sağlayamaz. Onun içindir ki bir kutsi hadiste Rabbimiz: “Oruç Benim içindir ve onun mükâfatını ancak ben vereceğim” (Buhârî) buyurur. 

Oruç, sadece Allah (c.c.) için olunca elbette onun mükâfatını da ancak Allah (c.c.) takdir buyurur. Evet, birilerine zor gelebilir. Birileri onu zor görebilir. Hâlbuki bu iş ibadettir, kulluktur, taattir, takvadır ve buna gücü yetenin mutlaka yerine getirmesi gerekmektedir. Eğer insanın üstesinden gelemeyeceği bir şey olsaydı, zaten Allah (c.c.) bize böyle bir yük yüklemezdi. Dolayısıyla Mü’min orucu, bir takım maddi faydaları yüzünden tutmaz. 

Bilim ve tecrübe göstermiştir ki, oruç tutmanın inanan veya inanmayan herkese faydası vardır. Ancak mü’min, orucu bir ibadet olduğu için, bir Allah (c.c.) emri olduğu için tutar. Sonunda da elbette onun her türlü faydasına kavuşur. İbadetlerin değeri maddi faydalarıyla ölçülemez. İbadet, kul olmanın bir gereğidir. İman etmenin sonucudur. Şükretmenin göstergesidir, dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır. Mü’min, yeryüzündeki görevini hakkıyla yerine getirebilmek için beden, ruh ve ahlâk olgunluğuna ulaşmalıdır. İslâmî çabalar her bakımdan olgun  mü’mine ihtiyaç duyar. 

Oruç Olgunluk Sağlar

Oruç mü’mine maddî ve manevî olgunluk sağlar. Oruç, müthiş bir sabır imtihanıdır. Sabır ahlâkının bir nimet ve önemli bir enerji kaynağı olduğunu düşünürsek, orucun önemini bir kat daha anlarız. Oruçla sabretmeyi, direnmeyi, istekler karşısında hür olmayı öğreniriz. Oruçla direnci, takvayı ve bilinci kazanan mü’min, hayatının diğer zamanlarında da kendini Rabbinden uzaklaştıracak, onu gaflete ve günaha düşürebilecek isteklerine karşı koyacaktır. Dünyalıklar karşısında zelil olmayacak, onların karşısında küçülüp hata yapmayacaktır.

Oruç bir şükran ifadesidir

Allah’ın (c.c.) ihsan ettiği nimetlerin başında vahiy nimeti gelmektedir. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim, bütün insanlık ve özellikle bu ümmet için büyük bir nimet ve şereftir. Allah’ın (c.c.) kelâmının elimizde ve aramızda canlı bir şahit olarak bulunması, tarifi mümkün olmayan yüce bir nimet ve şükredilmesi gereken büyük bir lütuftur. Böyle eşsiz bir nimete sahip olmanın karşılığında Rabbimiz, bize oruç tutmamızı emretmiştir. Bu izaha göre düşünüldüğünde Ramazan ayına, Kur’an’ın inişini belgeleyen şükür ayıdır, denilebilir. 

İslam “ebedî mutluluk vasıtası kulluğu, bu bağlılık içindeki hürriyeti” temin edebilmek için insanlığa bir iman nizamı, bir ibadet, hukuk, devlet, iktisat, cemiyet… nizamı getirmiştir. Temizlik, namaz, oruç, hacc, zekât, cihad, Allah (c.c.) rızası için yapılan her davranış, dua, zikir… İbadet binasının bölümlerini teşkil etmektedir. İbadetlerin hikmet ve gayelerinin birisi ve en önemlisi nefis tezkiyesidir. Yani insanı terbiye etmek, bütün imkân ve kabiliyetlerini hayra, iyiye yöneltecek hale getirmektir.  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir