Hz. Peygamber (s.a.v) ve Merhamet Eğitimi

Merhamet; acımak, affetmek, bağışlamak, sevmek, saymak, gözetmek, şefkat, fazilet, erdem, adalet, ilgi ve alaka göstermek demektir. Merhamet; en çok söylediğimiz, en çok özlediğimiz, en çok muhtaç olduğumuz, en çok savunup desteklediğimiz, dillerden hiç düşürmediğimiz bir tutum ve bir davranış biçimidir. Merhamet duygusuyla dolup taşan bir insan baktığı her şeyde iyilikler, güzellikler görür. 

Merhamet, herhangi bir canlıya karşı sevgi, şefkat ve acıma duygusu demiştik. Allah’ın verdiği bu duyguyu davranışlarına en güzel yansıtan kişi, şüphesiz Hz. Muhammed’dir (s.a.v.). “Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”1 

Çünkü Allah (c.c.) onu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “(Resulüm) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”2 

Merhamet ağlamayı¸ affetmeyi¸ el uzatmayı¸ feda etmeyi de öğreten bir duygudur. Allah’ın (c.c.) yarattıklarından hiç birine zulmü revâ görmeyip ve içlerindeki âcizlerin zayıf hallerine acıyıp imdat ve yardımlarına koşmaktır. Merhamet insanı hayvanlara bile şiddetten uzak yumuşak bir şekilde davranmaya teşvik eder.

Efendimiz (s.a.v.) sadece kendisi gibi inananlara değil, inanmayanlara da merhametle yaklaşmıştır. Kendisine kötü davranan insanlara doğru yolu bulmaları için dua etmiştir. 

Taif Seferi; 
Efendimiz (s.a.v.) İslam’ı anlatmak için bir gün Taif’e gitmişti. Ancak Mekke müşriklerinin kışkırtmasıyla Taifliler Peygamberimize beklenmedik bir tepki gösterdiler. Hz. Peygambere (s.a.v.)  taş fırlattılar, geçeceği yollara diken attılar. Hz. Peygamber (s.a.v.)  buna çok üzülmüştü ve onlar için, “Rabb’im, halkımı bağışla, onlar ne yaptıklarının farkında değiller.”3 diye dua etmiştir. Kendisine acımayan düşmanlarına bağışlanma ve hidayet dilemesi, onların soyundan inançlı bir nesil getirmesi için Allah’a (c.c.) niyazda bulunması, onun merhametinin açık bir göstergesidir.

Mekke’nin Fethi; 
Mekke’nin fethi esnasında, müslüman olan pek çok insan bulunuyordu. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) amcasını öldürtüp ciğerlerini yiyen Ebû Süfyan’ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimiz’in (s.a.v.) huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (s.a.v.) onu tanımıştı. Fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan affetti. O Hind ki, Uhud Savaşında Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalıp şarkı söyleyerek müşrikleri savaşa kızıştıranların başında geliyordu. Peygamberimiz’in (s.a.v.) sevgili amcası Hz. Hamza (r.a.) şehit düşünce, onu parça parça etmiş, kin ve ihtirasını yenemeyerek ciğerini çıkarıp dişlemişti. Bu hali gören Peygamberimiz’in (s.a.v.) içi parçalanmıştı. Fakat onun affı her zaman üstün geldi. En azılı can düşmanını bile, iman ettiği için affetti. Hz. Hamza’nın katili Vahşi de Mekke’den kaçarak bir müddet kabileler arasında gizlendi. Fakat emin bir yer bulamıyordu. Sonunda birisi kendisine “Sen kendin için en güvenli yeri ancak onun yanında bulabilirsin; git, Resulullah’dan (s.a.v.)  af dile” dedi. Vahşi çekinerek ve sıkılarak Resulullah’in (s.a.v.) huzuruna girdi. Peygamberimiz (s.a.v.) Vahşi’yi görür görmez başını yere eğdi. 

Ona bakamıyordu. O anda amcasını hatırlamıştı. Hz. Hamza’nın (r.a.) al kanlar içinde bulunan başı gözünün önüne geldi. Mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Katil, karşısındaydı. Kısas yapabilirdi. Kimse de bir şey diyemezdi. Fakat o yine büyüklük göstererek Vahşi’yi affetti.

Ebû Cehil ve oğlu İkrime, Peygamberimiz’i (s.a.v.) her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan iki din düşmanıydı. Ebû Cehil, Peygamberimiz (s.a.v.) Kabe’de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atan, arkasına geçip hücum ederek abasıyla boğmak isteyen, Peygamberimiz’i (s.a.v.) öldürmek için tuzaklar kuran, Müslümanlardan gelen bütün barış tekliflerini reddederek Bedir Savaşını körükleyen azılı bir düşmandı. Oğlu İkrime de babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize (s.a.v.) düşmanlıkta önde gidiyordu. İslâm ordusu Mekke›ye girince İkrime korkusundan Yemen›e kaçtı. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Peygamberimiz’in (s.a.v.) büyüklüğünü biliyor, bağışladığı insanları yakından görüyordu. Kölesini yanına alarak kocasının peşine düştü. Yemen›de buldu. Peygamberimiz’den (s.a.v.) kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi. Geri döndü. Resullullah (s.a.v.) onu güler yüzle karşıladı. “Merhaba ey süvari muhacir” diyerek kucakladı ve iltifatta bulundu. İman eden İkrime, Peygamberimiz’e  (s.a.v.) yaptıklarından dolayı mahcuptu. Fakat rahmet Peygamberi (s.a.v.), Müslüman olan İkrime’ye şöyle dua etti: “Allah’ım, İkrime’nin bana yaptığı bütün kötülükleri, Senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı ve gıyabımda söylediği sözleri de affet.”    

Mekke fethine giderken son resmî geçit esnasında Ensar’ın komutanı Sa’d b. Ubade, Ebû Süfyan’a duyuracak şekilde “Bugün büyük savaş günüdür” diye bağırmıştı. Ebû Süfyan’ın şikayeti üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bugün Allah’ın, Kâbe’nin şanını yücelteceği bir gündür. Bugün merhamet günüdür…“ 4  diyerek Sa’d b. Ubade’nin sözlerini düzeltmiş ve fetih gününü merhamet günü olarak ilan etmiştir.
Mekke’nin fethi günü; kendisine ve Ashabına Mekke’de iken olmadık eziyetler yapan Mekkelileri affetmiştir.

Ey Kureyşliler! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan: 

– Hayır umuyoruz. Sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler. 

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): 
Ben de size Yûsuf’un kardeşlerine söylediği gibi, “Bu gün size geçmişten dolayı azarlama yok.”5 diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz “ buyurdu.   Böylece Rasûlüllah (s.a.s.) hepsini affetmişti. 

Mescide Bevleden Adam;
Bir gün bir adam gelip mescide küçük abdestini bozuyor. Tam o esnada Ashab adamın üzerine yürümek isterken Efendimiz (s.a.v.) ona bir şey yapılmamasını, işini bitirdikten sonra bir kova su dökerek temizlemelerini söylüyor. İslam daha yeni gelmiş, adam cahil ve mescid nedir, orada nasıl davranılır falan bilmiyor. Efendimiz de bunun farkında ve ona göre davranıyor. İşte O ashabını böyle eğitmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) kimseye kırıcı ve sert davranmamıştır. Onun bu tavrı, Âl-i İmrân suresinin 159. ayetinde şöyle ifade edilmiştir: “(Ey peygamber) Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet ve bağışlanmaları için dua et…” buyrulmuştur.

Hz. Peygamber ve Çocuklar;
On yaşından itibaren Peygamberimiz’in (s.a.v.) yanında kalan Hz. Enes bin Malik (r.a.) Allah’ın Elçisinden bir defa bile azar işitmediğini söylemiştir.6  Resulullah bir gün Enes’i bir iş için gönderir. Enes, sokakta oynayan çocukları görünce yanlarına gider ve kendisi de oyuna katılır. Aradan epey zaman geçtiği hâlde gelmeyince Resulullah bakmaya çıkar. Onun, çocukların içinde oynadığını görür, arkasından yavaşça gelir ve ensesinden tutar. Enes irkilerek dönünce karşısında gülümseyen Peygamberi görür. Enescik, seni gönderdiğim yere gittin mi?’  diye sordu. “Evet, gidiyorum yâ Resulullah’ dedim”7 diyerek oradan ayrılır. Burada görüldüğü gibi Peygamberimiz, Enescik diyerek merhametli davranmış ve Enes’in hatasını affetmiştir.

Bir gün Rafi isminde bir çocuk Medine’de birinin hurma ağaçlarını taşladı. Bahçe sahibi onu yakalayıp Peygamberimize şikâyet etti. Efendimiz , “yavrucuğum! Bu adamcağızın hurmalarını niçin taşladın?” diye sorunca çocuk çok utanarak… Acıkmıştım; karnımı doyurmak için taşladım” dedi. Peygamberimiz çocuğa hiç kızmadı. Tebessüm ederek çocuğu kucakladı ve ona şöyle dedi: – Yavrucuğum! Bir daha ağaçları taşlama. Altına düşen meyveleri al ye. Allah seni doyurur. Efendimizin bu davranışı küçük Rafi ’yi çok etkiledi ve o günden sonra hiç yaramazlık yapmadı.

Bir gün Hz. Peygamberin yanına bir adam gelir. Peygamberin kucağında bir çocuk olduğunu görünce hayretle; “Benim on tane çocuğum var, ama hiç birini öpmedim.”der. Peygamberimiz, “kalbinde merhamet kalmamışsa ben ne yapayım.” diyerek şu uyarıda bulunur: “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez”.8

“Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beşyüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar.”

“Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı. Namazda iki kısa sûre okudu. Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu:”Yâ Resulallah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız…””Peygamberimiz şöyle açıkladı: “Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim.”

İnsanlara Değer Verirdi;
İnsanların şekillerine, rengine ve ırkına göre ayrıma tabi tutulmasını yasaklamıştı. Irkçılığa savaş açmıştır…

Bir gün Ebu Zer ile Bilal bir konuda anlaşamamış ve Ebu Zer, Bilal’a: “Kara kadının oğlu sen de.”  demişti. .. Bilal onun bu sözünden alınmış ve durumu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bildirmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) Ebu Zer’i çağırarak ona:  

“Sende cahiliye adetlerinden biri mi var?” Ebu Zer söylediğine bin pişman olmuş, hemen yüzünü yere yapıştırıp: 

“Allah’a yemin ederim ki Bilal ya hakkını helal edinceye ya da yüzüme basıp geçinceye kadar buradan kalkmayacağım” demiştir. Olay daha sonra tatlıya bağlanıp kapanmıştır.

Bir defasında Efendimiz (s.a.v.) Yahudi komşusunun oğlu genç hastayı ziyarete gider. 
Elini o gencin başına koyar ve “inşallah iyi olacaksın… Dünya hayatı kısa ve geçici. Senin cehenneme gitmeni istemem bana iman et” der. Çocuk bir anasına bakar bir Efendimize.

Annesi, Yavrum O iyilikten başka bir şey istemez, o Muhammed’dir o ne diyorsa yap der. Çocuk da güçlükle kelime-i şahadeti getirir ve Müslüman olur. Efendimiz (sav)’in ona merhameti, onu ziyareti. O da komşudur, komşunun da hakkı vardır. Velev ki gayri müslim olsun. Komşuluk hakkı vardır. İşte Efendimiz (sav)’in tavrı ortada.
İnsanın, başka bir insanın kusurunu düzeltmesi, ancak ona karşı hoşgörülü olabilmesi ile mümkündür. Birbirinin ayıp ve kusurunu arayan insanlar arasında hoşgörülü davranmak mümkün olmaz. Bunun için Hz. Peygamberin (s.a.v.) hoşgörüsünü öğrenmemiz ve örnek almamız gerekir.

Hayvanlara Merhameti;
Hayvanlara fazla yük yüklemeye, hayvan dövüştürmeye, binek üzerinde iken sohbet edilmesine karşı çıkardı.

“Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvanı öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka sorar” diye ikazda bulunmuştur.

Bir gün açlıktan karnı sırtına geçmiş bir deve gördü. Sahibini bulup ikaz etti: “Hayvanlarınız hususunda Allah’ın sizi azaba çarptıracağından korkunuz.» 

Bir sefer esnasında Sahabîler bir kaya kuşu gördüler. Yanında iki de yavrusu bulunuyordu. Birisi gidip yavrularını aldı. Anne kuş gelip başlarının üstünde çırpınarak uçmaya başladı. Peygamberimiz bunu görünce, “Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Yavrularını yerine koyun” buyurdu. Sahabîler “Yâ Resulallah, hayvanlara iyilik etmekte bize bir mükâfat var mı?” diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Canlı bir hayvan için size mükâfat vardır. “Deveye fazla yük yükleyenleri uyarmış, susuz bir deveye susuzluğunu giderene dek elinde kovayı tutarak su vermiştir.

Kanuni Sultan Süleyman ve Karınca;
İstanbul’ da güneşli bir sabahtı. Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan has odanın kapısı açıldı. Başında görkemli bir kavuk taşıyan, uzun boylu genç, ağır adımlarla bahçeye doğru ilerledi. Bu genç bütün dünyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’dı. Kanuni işinden vakit bulduğu zamanlarda hava almak için arka bahçeye çıkar, ağaçları ve denizin maviliğini seyrederdi. Ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruşmuş olduğunu gördü. Aklına hemen bu ağaçları ilaçlatmak geldi. Fakat birden durakladı. Ağaçlarda karıncalar vardı. Karıncalar da can taşıyordu. Onlara zarar vermek doğru muydu? Bir türlü işin içinden çıkamayan Kanuni, meseleyi çözmek için hocası Ebusuud Efendiyi aradı. Hocası odasında yoktu. Hemen oracıkta bulunan bir kağıt parçasına kafasını kurcalayan soruyu yazdı ve hocasının rahlesinin üzerine bırakarak oradan ayrıldı. Hocası odasına geldiğinde kağıdı görmüştü. Yazıyı okuduktan sonra hocası da Kanuni’ye bir not yazdı. Kanuni Sultan Süleyman, yeniden hocasının odasına uğradı. Hocası odada yoktu. Rahlenin üzerine bıraktığı kağıt parçasına yazılmış notu gördü. Merakla yazıya doğru eğildi. Okuduktan sonra tebessüm etti. Kağıdın üst kısmında Kanuni’nin hocasına yazdığı soru vardı. Merhametli sultan hocasına şöyle diyordu: 

“Meyve ağaçlarını sarınca karınca, Günah var mı karıncayı kırınca?” 

Hocası Ebusuud Efendi ise sorunun altına şu cümleleri eklemişti. 

“Yarın Hakk’ ın Divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca!” 

Evet, merhametimiz o kadar büyük olmalı ki, bir küçücük karınca bile bunun dışında kalmamalı. İşte bu ahlak ile ahlaklanan Kanuni Sultan Süleyman, bir karınca karşısında duraklamış ve onu incitmekten çekinmiştir. 

Başkasına hizmet gördürmeyi sevmezdi;
Âmir bin Rebia anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin (s.a.v.) ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu: «Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem.”
Peygamberimiz (s.a.v.) kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alış verişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.

Bir gün uzaktan bir elçi gelir. Muhammed nerede diye sorar. Uzaktaki kalabalık gösterilir. Kalabalığa yaklaşır. Bir kişi halka su dağıtmaktadır. O kişi Hz. Resuldür. Adam şaşırır: bugüne kadar böyle bir lider görmedim, der. Hz. Resul : İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir, buyururlar.
Hz. Ebu’d-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:” Efendimiz’e (s.a.v.)  bir adam geldi, kalbinin katılığından dert yandı. Resulullah (s.a.v.) ona şu tavsiyede bulundular: “Kalbinin yumuşak olmasını, ihtiyacın olan şeylere kavuşmayı ister misin? “Öyle ise yetime şefkat göster, başını okşa, yediğinden ona yedir ki, kalbin yumuşasın ve muhtaç olduğun şeylere kavuşasın.”

İşin özeti; Merhametli insan davranışları;
Cömerttir: Parasını ve malını esirgemeden verir.
Fedakardır: Sahip olduğu sevdiği, değer verdiği her şeyi gerektiği durumlarda hiç düşünmeden seve seve feda eder.
Hayır severdir: İyilik ve yardım etmesini sever. 
Saygılıdır: İnsanlara karşı dikkatli, ölçülü, özenli davranmaya çalışır.
Affedici ve bağışlayıcıdır: İnsanların kusurunu görmeyen örtendir.
Sabırlıdır: Her türlü zorluğa katlanır.
Yardım severdir: Yardıma muhtaç birini görse üzülür ve yardımına koşar.
Güler yüzlüdür: Eşine ve çocuklarına ve tüm insanlara karşı güler yüzlü olur.
Yiğittir; Güçlü ve yüreklidir.
Çocukları sever.
Yaşlılara yardım eder.
Hayvanlara zulüm etmez.
Anne babasına “öff” bile demez.
Alçak gönüllü ve hoşgörülüdür. 
Adaletli hükmeder. Zulme rıza göstermez.
Kendisine yapılan kötülüğe iyilikle karşılık verir.
İnsanların arasını düzeltir.
Kimseyle alay etmez.
Kimseye zarar vermez.
Zalimin zulmüne rıza göstermez.

Bencillikten, çıkarcılıktan, kibirden, nankörlükten, menfaatçilikten, cimrilikten, vurdumduymazlıktan ve karşısındakini anlamadan yargılamaktan asık suratlı olmaktan aceleci olmaktan UZAK DURUR…

“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol, 
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” (Celalettin Rumi)

Merhametini kaybeden insanlığını da kaybeder. İnsanlık merhamet üzerine kurulur. “Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”9

Allahu Teâlâ bize dünyada rahmeti, ahirette de merhameti ile muamelede bulunsun. Allah (c.c.) bizleri Peygamberimizin (s.a.v.) merhamet ahlakını bilenlerden ve uygulayanlardan eylesin. Bizleri merhametsiz davranışlardan uzak eylesin.  Amin. 


Dipnotlar
1. Ahzab 33/21
2. Enbiyâ suresi, 21/107
3. Buharî, İstiabe, 5.
4. Vakidî, Meğazi, II, 822
5. Yûsuf Sûresi, 12/92
6. İbrahim Sarıçam, Peygamberin Çağımıza Mesajları, s. 95, 96.
7. Müslim, Fedail, 54
8. Müslim, Fedâil, 66
9. Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 16

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir