Müminler Sözlerine Sadıktırlar

Söz vermek ve sözünde sadık olmak ne demektir?

Sözünde durmak insan ile ilgili bir meseledir. İnsanın dışındaki yaratılmışların verdiği sözden hesaba çekilmesi söz konusu değildir. Bunun nedeni ise insanın konuşma özelliğine sahip olmasından dolayıdır. Şayet konuşma gibi bir özelliğimiz olmasaydı o zaman sözle ilgili kimseye karşı bir sorumluluğumuz da olmayacaktı.

Kime ya da kimlere söz veriyoruz;

Allah’a verdiğimiz sözler.

Anne babaya verdiğimiz sözler.

Eşimize verdiğimiz sözler.

Çocuklarımıza verdiğimiz sözler.

Arkadaşlarımıza verdiğimiz sözler.

Komşularımıza verdiğimiz sözler.

Akrabalarımıza verdiğimiz sözler.

Çalıştığımız işyeri sahibine, kurum amirine, müdüre veya şefe verdiğimiz sözler.

İşyeri sahibi isek, işçilerimize verdiğimiz sözler…

Hülasa günlük hayatımızda muhatap olduğumuz kim ya da kimler varsa onlara verilen sözleri tutmak ve sözünde sadık olmak müminlerin özelliğidir.

Bugün gerçekten verilen sözler tutuluyor mu? Veya ne kadar tutuluyor?

Evinizde tamir edilmesi gereken bir durum var, usta bulmuş, konuşmuşsunuz ve tamir için beraber bir tarih belirlemişsiniz. Ancak o gün o saat geldiğinde usta ortada yok. Arayıp önceden yeni gelişen durumu size izah etmesi gerekirken, onu siz arıyorsunuz? O’da size bir mazeret uyduruyor. Veya usta sizsiniz ve iş almışsınız, işinizi istenilen şekilde yapmışsınız ancak işi alırken konuştuğunuz ücreti iş bitiminde alacaktınız; ancak iş bittiği halde ödemenizi alamıyorsunuz. O’da size bir mazeret uyduruyor.

Bugün insanlar borç olarak aldığı parayı ödemesi gereken zamanında ödüyor mu?

Birinden alınan borç paralar zamanında ödenmiyor.

Anne-babalar çocuklarına verdiği sözleri tutmamaktalar.

Ev tutulmuş ev sahibi ile anlaşma yapılmış o anlaşmaya uyulmuyor.

Randevulaşılmış, o tarihte, o saatte orada olunması gerekirken,  zamanında orada olunmuyor?

Kur’an-ı Kerim’de söz verip sözünde durmak; iman edenlerin, müminlerin en başta gelen özelliklerinden sayılmıştır. “Ey iman edenler ahitlerinizi yerine getirin.”[1]  “Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”[2] Onlar verilen sözlerin sahibini sorumlu duruma düşürdüğünün bilincindedirler.

Tam da bu noktada yaşanmış bir olayı nakledelim;

Mehmet Akif bir gün arkadaşlarından Eşref Edip’le öğle yemeğinde buluşmak için sözleşmişlerdi. Eşref Edip Vaniköy’de oturuyordu; kendisi Beylerbeyinde.- (Vaniköy Beylerbeyi arası 3 km). Öğleden bir saat önce oraya gidecekti. O gün öyle bir yağmur vardı ki, her taraf sel oldu. 

Eşref Edip, Mehmet Akif’in böyle bir yağmurda gelmeyeceğini düşünmüştü. Bu sebeple hizmetçiye döneceğini söyleyerek, evden çıkıp yakın bir komşuya gitti. Yağmur devam ediyordu. O evden çıktıktan bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen Eşref Edip’in evine gelmişti. Eşref Edip, evine döndüğünde onun geldiğini hizmetçiden öğrenmişti. Akif sırılsıklam bir halde olmasına rağmen içeriye girmemiş, ‘’selam söyle’’ diyerek yağmura aldırmadan gerisin geriye gitmişti.

Eşref Edip ertesi gün kendisini bulmuş durumu anlatarak özür dilemek istemişti. Ama Mehmet Akif bu olaydan dolayı kırılmıştı. Eşref Edip’e şu unutulmayacak cevabı veriyordu.

-Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir.

Durum bu iken bugün insanlar ne kadar da kolay mazeret uyduruyorlar ve mazeret olarak sunduklarının birçoğu da yalan sözler.

İnsanların iki sözü veya vaadi vardır. Bunlardan biri Allah’a verilen söz, diğeri de insanlarla yapılan akidleşmelerdir.

İnsanlarla yaptığımız belgeye bağlanmış antlaşma ve akidleşmeler ise, bir arada yaşamanın gereği olarak yapılan alım, satım, borçlanma, kira, şirket, randevulaşma gibi durumlardır.

Bütün antlaşmalar Allah adına verilmiş birer söz olduğu için, sözünde durmayanlar Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda hem bu sebeple hem de kul hakkını çiğnemeleri sebebiyle ilâhî cezaya mahkûm olurlar.

Hesaba çekileceğimiz bir konuda hesaba çekilmeyecekmiş gibi yaşamak ve konuşmak; akıllı, özellikle de inandığını söyleyen müminlerin özelliklerinden olamaz.

Verdiği sözde durmak sahibinin Allah’tan korkma bilinç ve şuuruna sahip olduğunun da bir göstergesidir. Ancak Allah’tan hakkıyla korkanlar sözlerine sadıktırlar.

Verdiği sözleri yerine getiren inanmışlar kesin ve yakîn olarak Allah’a, onun gönderdiklerine iman etmişler ve kendilerine indirilen kitaptan da nasiplerini almışlardır.

“(Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.”[3]  

Allah ile yaptığımız antlaşmanın sonuçlarını bize hatırlatan ayet-i kerimeler de vardır. Bunlardan birinde şöyle buyurulmaktadır:

“Kim ahdini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”[4] 

Allah ile kul arasındaki sözleşmeyi karşılıklı haklar ifadesiyle ele alan hadis-i şerifi burada hatırlamak uygun olacaktır. Peygamber Efendimiz Muâz İbni Cebel’e: “Ey Muâz! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır?” diye sormuş. Muâz’ın: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir,” demesi üzerine de şu cevabı vermişti: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, onların sadece kendisine kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayanlara azap etmemesidir.” [5]

Sözlerinde sadık olanlar karşı taraf bozmadığı sürece antlaşma kurallarına uyup bozmayanlardır:

Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.”[6]

Verdiği sözde durma eylemi güvenilir olma kavramıyla da ilgilidir:

“Rabbimin mesajlarını size tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim.”[7]

Kendi dışımızdaki insanların güvenini kazanmanın başta gelen şartlarından birisi de onlara verdiğimiz sözlerin yerine getirilmesiyle doğrudan ilgilidir. Bu hususta davetçi kimliğimizi de unutmamalıyız.

Allah kendisine seçmiş olduğu elçilerinin tamamını yaşadıkları toplumların en doğru sözlülerinden ve güvenilir insanlarından seçmiştir. Bunun en güzel örneği son elçi Hz. Peygamber (s.a.v.) toplumu tarafından daha elçi seçilmeden “Muhammedu’l emin” güvenilir ve kendisinden emin olunan insan olarak bilinmesi ve tanınmasıdır.

Peygamberimiz bir gün safa tepesine çıkarak: “Ey Kureyş topluluğu, size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem, inanır mısınız?” diye sormuş. Orada hazır bulunanlar hep bir ağızdan: “Evet, inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin,” demişlerdi.[8]

Mekke ileri gelenlerinden Nazr b. Hâris Peygamberimizle ilgili şu dikkat çekici konuşmayı yapmıştı: “Ey Kureyş topluluğu, başınıza gelen felâketi hala ortadan kaldıramadınız. Muhammed (s.a.v.) gözlerinizin önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Yaşlandığında size yeni bir şey (bir inanç) sunduğu için ona sihirbaz, şair, deli demeye başladınız. Hâlbuki Muhammed ne şairdir, ne sihirbazdır, ne de delidir.”[9]

Bütün bunlar, düşmanlarının Peygamberimiz hakkındaki sözleridir. Onlar yalan söylediğini, verdiği sözü tutmadığını bilmiş ve duymuş olsalardı, bunu fırsat bilir aleyhinde kullanırlardı. Fakat onlar, onun yalan konuşmadığı, kimseyi aldatmadığı konusunda ittifak halinde idiler.

Bugün Allah’ın elçilerini kendilerine örnek alan Müslümanlar bu önemli konuyu ne kadar hayatlarına yansıtmaktadırlar.

Söz verip sözünde duranlar aynı zamanda Allah için hicret etmeyi, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat etmeyi kendilerine sığınan din kardeşlerine kucak açan ve yaptıkları sözleşmelere bağlı kalanlardır.

“Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.”[10]

Söz verip verdikleri sözleri yerine getirenler sık sık yemin etmezler, ipliğini kuvvetle büktükten sonra bozan kadınlar gibi olmazlar.

“Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.”[11]

Sözünde duranlar şahitlikleri dosdoğru yapan kimselerdir. Kendi yakınları bile olsa doğruyu ifade ederler.

“Emanetlerine ve ahitlerine riayet edenler; Şahitliklerini (dosdoğru) yapanlar.”[12]

Evet, söz verip sözünde durmayanlara gelince aklımıza münafıklar gelmektedir. Zira onlar:

Konuştukları zaman yalan söylerler, söz verip sözlerinde durmazlar bir de emanetlere ihanet ederler.

Sözlerinde samimi olmayanlar sık sık yemin edip sürekli Allah’ı kendilerine şahit tutarlar. Unutmayalım ki tarih verdikleri sözde duranları da sözünden dönenleri de kaydetmiştir. Yalnızca tarih değil meleklerde kaydetmiştir.

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”[13]

Hz. Peygamber de (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Üç şey kimde bulunursa -oruç da tutsa namaz da kılsa- o, münafıktır; konuştuğu zaman yalan söyleyen, verdiği sözden cayan ve itimat edildiği halde emanete ihanet eden.”[14]

Amel defterlerimiz verdiğimiz sözlerin ve davranışlarımızın tamamı değil mi?  Ahiretlerini unutanlar verdikleri sözleri de unutanlardır. Zira onlar hesap verme duyarlılığı en az olan insanlardır. Yine Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.”[15]

Bazı insanlar neden sözlerinde durmazlar?

Sözünde durmamanın nedenleri;

1. İman zayıflığından,  amellerdeki eksikliklerden veya amelsizlikten.

2. Korkudan ki bu korkular; kendini temize çıkarmak, maddi zarar görmemek veya ceza yememek için bir takım sebepler uydurmak.

3. Menfaatlerden; bunlar maddi ve manevî menfaatler olabilir. Takdir edilmek için veya değer görmek için yalan söyler hâlbuki yalanı ortaya çıkınca daha da değeri düşer. Mal, makam gibi hırslar, şaka ve eğlenmek için.

Müslümanlar bugün Allah’a verdikleri sözü ve birbirlerine verdikleri unuttukları veya yerine getirmedikleri için yeryüzünde perişan durumdadırlar.

Eğer Müslümanlar yeryüzünde zillet içinde yaşamaktan kurtularak izzet içinde yaşamak istiyorlarsa önce Allah’a verdikleri sözü sonra da müminlere ve diğer insanlara verdikleri sözlerde sadık olmalıdırlar.  İşte o zaman Asr-ı Saadet Müslümanları ve sonraki dönem Müslümanları gibi izzet ve şerefleriyle hayatlarına devam edeceklerdir.


[1] Maide Sûresi; 5/1

[2] İsrâ Sûresi; 17/34

[3] Maide Sûresi;  5/119

[4] Fetih Sûresi; 48/10

[5] Müslim, Îmân, 49

[6] Rad Sûresi; 13/20

[7] Araf Sûresi; 7/68

[8] Şıblî, İslâm Tarihi, Asr-ı Saadet, II, 937.

[9] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I, 299.

[10] Ahzap Sûresi; 33/23

[11] Nahl Sûresi; 16/9

[12] Meariç Sûresi; 70/32-33

[13] Kaf Sûresi; 50/18

[14] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108

[15] Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir